Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Ruhum suların üzerinde dalgalanıyordu.
29 Haziran 2020 Pazartesi
Pinned Publication
Merhaba Ziyaretçi, her zaman üstte kalacak bir bilgilendirme yayınını okuyorsun. Eğer ilk defa ziyaret ediyorsan okumanı tavsiye ederim, daha önce ziyaret edenler çoktan okumayı bırakmıştır. Bu yayında kim olduğum, nerede olduğum veya buna benzer soruların cevaplarını, sıkça sorulan soruların yanıtlarını bulabilirsin ve tabii ki iletişim adreslerini. Buraya tıklayarak okuyabilirsiniz, keyifli okumalar!
14 Mayıs 2020 Perşembe
Kendime zamansız cümleler bırakıyorum: Bir gün çok uzakta kalacak emin ol, bütün o ağırlıklar ve geçmişin, puslu bir yol ucu gibi gelecek sana. Kazandığın bütün o savaşlar da, kaybettiğin bütün o barışlar da senin içinde. Bir dünya içinde gezinmiyorsun görüyorum, bütün bir dünya senin içinde. Huzuru arıyordun ve dönüp durdun aynı yerde. Cennetin ve cehennemin ayrımı neresidir? Sıcağı hissettiğin mi yoksa içini ferahlatan sesleri duyduğun yer mi? Hangisine yakınsın şimdi? Biliyorsun, söylemiştin daha önce: Kaçıp gitmek de aynı yere, durup beklemek de.
28 Mart 2020 Cumartesi
ECTERINE
Merhaba, burada parça parça yıllardır yazdıklarımın bir kısmını uygun olduğunu düşündüğüm "Ecterine" adı altında toplamak istedim. Bir ara düşler atlası adı üstüne çok düşünmüştüm. Birkaç yıl kadar. Fakat bunda karar kıldım sanırım. Ama belki de fikrim değişir yine. Kısa bir girizgah, sonrası içindekiler bölümü yayınlayacağım bu yayında.
ECTERINE
Bölüm 1: Karalamalar
karalama: bir
karalama: gündüz vakti rüyaları
karalama: bataklık mektubu
karalama: itiraflarım
karalama: doğumun yankısı
ortalamaya yakın yanlı kamera bakış açısı
karalama: melon şapkalar altında
karalama: kışın çiçekler
karalama: Suret
karalama: kör kahin
Allegro
karalama: duygulam
karalama: sonus.
son gölge
karalama: aliena.
Bölüm 2: Тоска
Тоска
Тоска 2
Тоска 3
Тоска 4
Тоска 5
Тоска 6
Тоска 7
Тоска 8: özkaotik
Bölüm 3: Kantolar
Grup-Tan Vakti
dikenli bahçeleri ve ağlamaklı gökyüzü
kantolar: gri
kantolar: kaçmak için gün sayıyorum
kantolar: Almuthar
kantolar: Colossus
İklimler
kantolar: Eylemsizlik
kantolar: çok yıllık oyun
Bölüm 4: Ulular
Uluların Başlangıcı: Suth
Ayin
Bestia
Clamor
Chosniel
Beden-düşevurum
Düşünce/siz
Toprağa Ağıt
Bir şiirin ilk bölümü: Mavi takım elbiseli balon
Bir şiirin ikinci bölümü: Kağıttan ay
Bir şiirin üçüncü bölümü: İkiye bölünmüş bulut
Bedensiz Düşlerin Ağrısı
Kırmızı Anlatısı
İcarus
Pugna: Medusa
Sürmenaj
Özedönüş
Seremoni: Geçmişe kesi.
Vaiz
Doğudaki Kuraklık
İsimsiz 1
İsimsiz 2
Saman Alevi
Ben-değ-il-mi-ydim
İklimin Ölümü
Yüzdüşüm
Özdöngü
Tanrısız 1
Yaş ağaç gövdeleri
1608191630-36
“Eli, Eli Lama Sabachthani?”
Bütün yazılar aslen birbiriyle bağlantılı ve kendi içinde bağımsız olaylar topluluğu olarak görülebilir. Okuyucuya alan bırakmak adına olay örgüsünü kendi kurduğum düzende vermiyorum. Bir yap-boz parçaları gibi bırakacağım. Bölümlerin içindekiler yalnızca kendi içinde değil, diğer bölümlerle de bağdaştırarak okunmalı olduğunu söylemeliyim. Birinci bölüm, ikinci bölüm veya üçüncü... Yalnızca birer sayıdır. Sıralama değildir, veya yazılara biçilmiş bir yer değildir. Ben karıştırıp önünüze koyuyorum. Okuyucu bunları birleştirsin kendi dünyasında istiyorum. Ancak böyle daha derine inilebilir. Eğer en derin varlık insan ise, ve bu kitap bir insanı -insanın düşünü ve düşevurumunu- anlatıyor ise, ancak ve ancak okuyucu, kendi derinliği kadar su götürebilir akşam susuzluğuna. Burada, ancak kendinize kadar bakabilirsiniz. Size sayın okuyucular, kendi derinliğinizi ve yalnızlığınızı bırakıyorum. İçinden çıkabildiğiniz zaman susuzluğunuz giderilmiş ve bambaşka bir parlaklıkta olacaksınız. İmbat Denizi, Kör Bataklık, Göz alıcı Işık, Rutubet Ormanı, ve Kuytu Yer altı, Gezgin Çölü. Hepsini okuyucuya yani size teslim ediyorum.
—Kim o bağırıp çağıran gecenin köşesinde
Hangi haddini bilmez bu kapımı çalan ellerinin kiriyle
Bir elinde şarap bir elinde bomboş defter eski püskü
Nasıl da kendinden emin okuyor, hem ne zannediyor kendini!
En dokunulmamışa, nasıl hoyratça saldırıyor
Bir taşla eziyor inançları, bir dişle kırıyor iyileri
Ve korkuyorlar ondan çünkü hızla kırıyor putları
Zamanı yiyip bitirdi sanki, sanki bir eski büyü yapıyor
Başka bir yere geçmeye çalışıyor, ama bu bir geçit değil veya bir kapı:
Kendi içine doğru kayboluyor bir anda.
Su çürüyor, o artık hepimizin içinde: Gözlerimizin, dilimizin, ruhumuzun da.
Bu kitap benim, bu ayet senin, bu mezmur onun.
İçimde doğduğuna göre ben o’yum artık
O da ben’im.—
Zamanı yiyip bitirdi sanki, sanki bir eski büyü yapıyor
Başka bir yere geçmeye çalışıyor, ama bu bir geçit değil veya bir kapı:
Kendi içine doğru kayboluyor bir anda.
Su çürüyor, o artık hepimizin içinde: Gözlerimizin, dilimizin, ruhumuzun da.
Bu kitap benim, bu ayet senin, bu mezmur onun.
İçimde doğduğuna göre ben o’yum artık
O da ben’im.—
ECTERINE
Bölüm 1: Karalamalar
karalama: bir
karalama: gündüz vakti rüyaları
karalama: bataklık mektubu
karalama: itiraflarım
karalama: doğumun yankısı
ortalamaya yakın yanlı kamera bakış açısı
karalama: melon şapkalar altında
karalama: kışın çiçekler
karalama: Suret
karalama: kör kahin
Allegro
karalama: duygulam
karalama: sonus.
son gölge
karalama: aliena.
Bölüm 2: Тоска
Тоска
Тоска 2
Тоска 3
Тоска 4
Тоска 5
Тоска 6
Тоска 7
Тоска 8: özkaotik
Bölüm 3: Kantolar
Grup-Tan Vakti
dikenli bahçeleri ve ağlamaklı gökyüzü
kantolar: gri
kantolar: kaçmak için gün sayıyorum
kantolar: Almuthar
kantolar: Colossus
İklimler
kantolar: Eylemsizlik
kantolar: çok yıllık oyun
Bölüm 4: Ulular
Uluların Başlangıcı: Suth
Ayin
Bestia
Clamor
Chosniel
Beden-düşevurum
Düşünce/siz
Toprağa Ağıt
Bir şiirin ilk bölümü: Mavi takım elbiseli balon
Bir şiirin ikinci bölümü: Kağıttan ay
Bir şiirin üçüncü bölümü: İkiye bölünmüş bulut
Bedensiz Düşlerin Ağrısı
Kırmızı Anlatısı
İcarus
Pugna: Medusa
Sürmenaj
Özedönüş
Seremoni: Geçmişe kesi.
Vaiz
Doğudaki Kuraklık
İsimsiz 1
İsimsiz 2
Saman Alevi
Ben-değ-il-mi-ydim
İklimin Ölümü
Yüzdüşüm
Özdöngü
Tanrısız 1
Yaş ağaç gövdeleri
1608191630-36
10 Mart 2020 Salı
Тоска 8: özkaotik
(Issız bir ormanın içinden, sessizce koşarak geçiyorum tek başıma. Bir anda sesin beliriyor içimde.)
nereye gidiyorsun? hiç dinmeyen yağmuru durdurmaya mı, milattan da önceden beri devam eden savaşı bitirmeye mi? —git! her zaman olman gereken yer orasıydı zaten. sessizlik senin için bir çığlık, içinde ağladığını görebiliyorum. burası ancak ölüler için ve ancak o zaman döneceksin. gözlerin ışığa alışmalı, sonrasında görebilmek için varlığı. eline almayı unutma asanı, nasıl çıktıysan yola, dönüp bakma geriye. gerçekler senin içinde. ve şu emri ver onlara başına çekirgeler dökülürken: —acı! acı, ancak yaşayanlar için hissedilebilir. ölüm değil, değil! yaşamak ayıracak bizleri! yaşayanlar için üzülün siz! sizi özgürlüğe kavuşturuyorum. hepiniz, istediğiniz yerlere gidin, çizgiler yok artık yüzünüzde. ihtiyacınız yok sırtınızdaki yüklere. atın onları, ancak böyle uzaklara uçabilirsiniz. kanatlarınıza bakın, kaç defa soydum derimi sizin yerinize. şimdi gidin bulutların ilerisi sizin, tüten bacaların gözden kaybolduğu yere, dünyanın en ilerisi sizin. siz seçilmiş olanlar! evet, topraklar —yerin altı— benim. sizin yüksekleriniz için ben girdim yerin dibine, orası benim evim! cenneti ben yarattım ve size bırakıyorum. diliniz, düşünceniz bana vardıkça ödeyeceksiniz borcunuzu. hepsi sizin şimdi, yalnız bırakın beni. kutsallıktan uzak ve içimdeki sessizlik özlemi çığlık çığlığa. yol, sona erdi. hiçbir şey, hiçbir şey hissetmiyorum artık. bedenimden ayrıyım, bir yabancı gibi kendime bakıyorum ve o da bana bakıyor. fakat bu köprü iki savaşçı için fazla dar, biri için fazla geniş. aşağılar benim demiştim, düşmek ne kadar güzeldi derinliğini bilmiyorsan. bilmediğim bir derinliğe gitmeliyim. unutmayın, dil ancak olana varacaktır. dil, ancak bana varacak sizler için. kafanızın içinde hissedin düşüncelerimi. yoksa bu görüntüden başka bir şey değil. aslında ne kadar da soyutum! —yalnızca zihinlerinizde varım! ve bu bile fazla düşünmeyen bir zihin için. o halde düşünün, burada bitiriyorum savaşınızı. çoktan terk edilmeliydi burası, ve artık çoktan terk edildi. altından zırhları hâlâ çıkarmadınız mı? yoksa benden önce gittiniz mi? yoksa görmüyor mu gözlerim gerçekleri?
—Anlamadınız değil mi? Bütün o söylediğim ağıtlar, buraya kadar anlattığım bütün o acılar sizindi.
nereye gidiyorsun? hiç dinmeyen yağmuru durdurmaya mı, milattan da önceden beri devam eden savaşı bitirmeye mi? —git! her zaman olman gereken yer orasıydı zaten. sessizlik senin için bir çığlık, içinde ağladığını görebiliyorum. burası ancak ölüler için ve ancak o zaman döneceksin. gözlerin ışığa alışmalı, sonrasında görebilmek için varlığı. eline almayı unutma asanı, nasıl çıktıysan yola, dönüp bakma geriye. gerçekler senin içinde. ve şu emri ver onlara başına çekirgeler dökülürken: —acı! acı, ancak yaşayanlar için hissedilebilir. ölüm değil, değil! yaşamak ayıracak bizleri! yaşayanlar için üzülün siz! sizi özgürlüğe kavuşturuyorum. hepiniz, istediğiniz yerlere gidin, çizgiler yok artık yüzünüzde. ihtiyacınız yok sırtınızdaki yüklere. atın onları, ancak böyle uzaklara uçabilirsiniz. kanatlarınıza bakın, kaç defa soydum derimi sizin yerinize. şimdi gidin bulutların ilerisi sizin, tüten bacaların gözden kaybolduğu yere, dünyanın en ilerisi sizin. siz seçilmiş olanlar! evet, topraklar —yerin altı— benim. sizin yüksekleriniz için ben girdim yerin dibine, orası benim evim! cenneti ben yarattım ve size bırakıyorum. diliniz, düşünceniz bana vardıkça ödeyeceksiniz borcunuzu. hepsi sizin şimdi, yalnız bırakın beni. kutsallıktan uzak ve içimdeki sessizlik özlemi çığlık çığlığa. yol, sona erdi. hiçbir şey, hiçbir şey hissetmiyorum artık. bedenimden ayrıyım, bir yabancı gibi kendime bakıyorum ve o da bana bakıyor. fakat bu köprü iki savaşçı için fazla dar, biri için fazla geniş. aşağılar benim demiştim, düşmek ne kadar güzeldi derinliğini bilmiyorsan. bilmediğim bir derinliğe gitmeliyim. unutmayın, dil ancak olana varacaktır. dil, ancak bana varacak sizler için. kafanızın içinde hissedin düşüncelerimi. yoksa bu görüntüden başka bir şey değil. aslında ne kadar da soyutum! —yalnızca zihinlerinizde varım! ve bu bile fazla düşünmeyen bir zihin için. o halde düşünün, burada bitiriyorum savaşınızı. çoktan terk edilmeliydi burası, ve artık çoktan terk edildi. altından zırhları hâlâ çıkarmadınız mı? yoksa benden önce gittiniz mi? yoksa görmüyor mu gözlerim gerçekleri?
—Anlamadınız değil mi? Bütün o söylediğim ağıtlar, buraya kadar anlattığım bütün o acılar sizindi.
27 Şubat 2020 Perşembe
24 Şubat 2020 Pazartesi
16 Şubat 2020 Pazar
istasyonlardan yeni bir haber yok
bu muydu bana biçtiğin
—içinde kemirgenlerin yaşadığı bir beden mi?
hüznümü rüzgarsız bir dağın eteklerine serdim
ve uğultular: selam! —selam sana!
başkalaşmanın kadim dildeki karşılığı—
selam sana, ey yıkım öncülleri
bu nasıl ağaçtır,
bu sessiz dilektir. hangi dalgayı bekliyorsun
kenarında düşüşlerin, uzağı gözlüyorsun?
ne söylediysen sessizliğe büründü
anlatır mı uçsuz bucaksız denizleri o yorgun gemi?
sesin, bir zamanın ışığını kiralıyor.
ve şimdi,
şimdi titriyorum, soğukluğunda görüntülerin.
içim üşüyor,
içim, bana:
—hareket et!
—hareket!
nasıl bir yorgunluktur bu üzerime karlar birikiyor. bunlar ellerin,
sanki mutsuz bir balık, vurgun yemiş deniz diplerinde.
ve dalgalanıyor ruhu okyanusun yüzeyinde; ne çok
isterdim böylesi,
böylesi bir zamana doğmamayı.
tekrarlıyorum kendimi, tekrar, ve tekrar ve, tekrar.
ayetler dönüp dolaşıyor göklerde, hiçbiri ulaşmıyor bana.
zaman binbir defa duruyor, ben kara cadıların peşine düşüyorum.
ateşler yanıyor, tırpanlar, kazıkların uçu sivriliyor.
ben bunlar ellerin dedikçe saplanıyor içime,
içim üşüyor demiştim, ateşler yakılıyor içimde.
avcılar peşimde: düşevurum! düşevurum!
ve uğultular: zamanın ışığı bana gölge düşürüyor.
ben kara cadı,idim —düşler atlası,nda.
inandırabilir miyim kendimi, saflığın gezindiğine ağaç damarlarında?
inanalım, istasyonlardan yeni bir haber yok. ben ve dünya arasında
ince bir cam, ve zaman, ve soğukluk, ve korku.
sanki yer çekimini ben bulmuşum, ben parçalamışım atomu,
bu içtiğim şarapmış, bu gördüğüm yüzünmüş, kuş yuvaları
hiç bozulmamış. —burası benim, selam, selam sana ey yarattığım kötülük,
çekip çıkardım düştüğün kuyudan, fakat yürüyüp gideceğini bilemedim.
o mermer yüz, anlam vermeye çalışıyor olanlara,
inanmaya çalışıyor soğuk gecenin puslu yalanlarına
inanma, inanma. tek gerçek: içini ısıtandır, o da sallanıyor
şimdi boşluklarda. bu yüz, bu bakışlar, vazgeçmiş olana,
kim hatırlatabilir ölmeyi— ben! kadim dillerdeki:
karşılığıyım başkalaşmanın. ve bir kurbağa gibi, iki yaşamlı.
gücüm bitiyor,
gücüm bitiyor, bunlar ellerin. diyorum. diri diri gömüyorlar beni.
artık, hurmaları düşlüyorum.
kuru otlara, çelik gibi toprağa karşı düşlüyorum.
gecenin bir vakti, annemin yüzünü düşünürken buluyorum kendimi.
ne zaman dolup taşacak bu bahçe? —belki de o çiçeğin,
toprağı ben değilmişim, belki hiç var olmadı hurma bahçeleri,
hem hurma ne demekti? bir yaprak,
bir yaprak düşerken de yaprak mıydı?
—annemin yüzüydü belki de.
gün ışıyor, ve kesiyor çemberlerin dönüşünü,
kim kırdı bu zincirleri. hangi ayet iyiye yazıldı.
nereden geliyor bu garip soğukluk—
ey insanoğlu, iyi mi ettim dünyaya gelerek?
yoksa insan olmak için yaşayıp kirlemek mi gerek!
selam sana ey yıkılan deniz tabanları
selam sana! o yorgun gemi, bekliyor mu dalgaları?
umutsuzluk: işte evet. "dur. gelmemem gerekiyordu,
uyanmamam gerekiyordu aziz çanlarla. bunca ağırlık,
bölündüğü için o ilahi uyku. ey infinita! ey solus!
belki de ayırmak günü ve güneşi,
belki de kesip biçmek sahte peygamberleri
iyiyi müjdeleyen o saatleri, veya eski çorak toprakları
kabul etmek gerek. içime doğru. kavramlar, artık sınırı yok
hiçbir şeyin, bunların adı neden var. neden ilahi sözcükler
söylemeli yalnızlığa karşı? bir kara cadıyı kovalar gibi—"
ve sesler uzaklaşıyor,
ve tırpanlar düşüyor elden,
bırakıyorum kendimi, burası en dingin ateştir.
burası ağzından dökülen nehirdir.
kimin bu vaatler, çorak topraklarda kar yağıyor.
ikiye ayrılıyor ayetler, ey iyinin ve kötünün ötesinde olan!
—bırakın süleyman’ın özdeyişlerini, bunca zaman sonra
yaratılış: ancak şam’dan ibrâhim’e koşmaktır.
ve babil üzerinden uçan siyah göğüslü kartalı, ispinozu, karabatağı
içeri aldım gönülsüzce: —yıllar öncesinin zamanı, bugüne uyandığım sabahtan
daha yakın geliyor şimdi. yoksa aradıklarım orada mıydı?
bu kırk zamanın uzaklığı, ve daha da gidiyorum.
—uzaklara, çok uzaklara, unutacak kadar e v i m i.
ve dönüşü de. inanalım, infinita! inanalım, solus!
bir gün bırakıp gidecek her şey geride bizi.
hareket,
hareket, ediyorum kendime doğru.
burası yolcusuz bir rıhtım. nerede o yorgun gemi?
"neye inanalım şimdi,
neye inanalım sonrası,
neye inanalım öncesi?
—sınırındayken kayalıkların."
penceremi gözlüyor kaygı,
ama geceye daha çok zaman var: kırk gün.
kendimi, kırk güne bırakıyorum. ve kırkıncı günün şafağı:
bunlar ellerin, diyeceğim. bunlar, ellerin. bahçeler fethedilecek
o düşlerimdeki hurmalarla.
ve kırk gün önce,
hüznümü serdiğim dağın eteklerinden
hiçbir iz kalmayacak geriye.
ve o zaman ki çarmıha gerecekler beni:
ve uyan şimdi yaşam uykusundan,
selam, —selam sana ay ışığı! b u n l a r,
e l l e r i n.
(Bu yazı, ''karalama: aliena,, adlı yazının dördüncü parçasıdır. Belki de başka bir dünya.)
—içinde kemirgenlerin yaşadığı bir beden mi?
hüznümü rüzgarsız bir dağın eteklerine serdim
ve uğultular: selam! —selam sana!
başkalaşmanın kadim dildeki karşılığı—
selam sana, ey yıkım öncülleri
bu nasıl ağaçtır,
bu sessiz dilektir. hangi dalgayı bekliyorsun
kenarında düşüşlerin, uzağı gözlüyorsun?
ne söylediysen sessizliğe büründü
anlatır mı uçsuz bucaksız denizleri o yorgun gemi?
sesin, bir zamanın ışığını kiralıyor.
ve şimdi,
şimdi titriyorum, soğukluğunda görüntülerin.
içim üşüyor,
içim, bana:
—hareket et!
—hareket!
nasıl bir yorgunluktur bu üzerime karlar birikiyor. bunlar ellerin,
sanki mutsuz bir balık, vurgun yemiş deniz diplerinde.
ve dalgalanıyor ruhu okyanusun yüzeyinde; ne çok
isterdim böylesi,
böylesi bir zamana doğmamayı.
tekrarlıyorum kendimi, tekrar, ve tekrar ve, tekrar.
ayetler dönüp dolaşıyor göklerde, hiçbiri ulaşmıyor bana.
zaman binbir defa duruyor, ben kara cadıların peşine düşüyorum.
ateşler yanıyor, tırpanlar, kazıkların uçu sivriliyor.
ben bunlar ellerin dedikçe saplanıyor içime,
içim üşüyor demiştim, ateşler yakılıyor içimde.
avcılar peşimde: düşevurum! düşevurum!
ve uğultular: zamanın ışığı bana gölge düşürüyor.
ben kara cadı,idim —düşler atlası,nda.
inandırabilir miyim kendimi, saflığın gezindiğine ağaç damarlarında?
inanalım, istasyonlardan yeni bir haber yok. ben ve dünya arasında
ince bir cam, ve zaman, ve soğukluk, ve korku.
sanki yer çekimini ben bulmuşum, ben parçalamışım atomu,
bu içtiğim şarapmış, bu gördüğüm yüzünmüş, kuş yuvaları
hiç bozulmamış. —burası benim, selam, selam sana ey yarattığım kötülük,
çekip çıkardım düştüğün kuyudan, fakat yürüyüp gideceğini bilemedim.
o mermer yüz, anlam vermeye çalışıyor olanlara,
inanmaya çalışıyor soğuk gecenin puslu yalanlarına
inanma, inanma. tek gerçek: içini ısıtandır, o da sallanıyor
şimdi boşluklarda. bu yüz, bu bakışlar, vazgeçmiş olana,
kim hatırlatabilir ölmeyi— ben! kadim dillerdeki:
karşılığıyım başkalaşmanın. ve bir kurbağa gibi, iki yaşamlı.
gücüm bitiyor,
gücüm bitiyor, bunlar ellerin. diyorum. diri diri gömüyorlar beni.
artık, hurmaları düşlüyorum.
kuru otlara, çelik gibi toprağa karşı düşlüyorum.
gecenin bir vakti, annemin yüzünü düşünürken buluyorum kendimi.
ne zaman dolup taşacak bu bahçe? —belki de o çiçeğin,
toprağı ben değilmişim, belki hiç var olmadı hurma bahçeleri,
hem hurma ne demekti? bir yaprak,
bir yaprak düşerken de yaprak mıydı?
—annemin yüzüydü belki de.
gün ışıyor, ve kesiyor çemberlerin dönüşünü,
kim kırdı bu zincirleri. hangi ayet iyiye yazıldı.
nereden geliyor bu garip soğukluk—
ey insanoğlu, iyi mi ettim dünyaya gelerek?
yoksa insan olmak için yaşayıp kirlemek mi gerek!
selam sana ey yıkılan deniz tabanları
selam sana! o yorgun gemi, bekliyor mu dalgaları?
umutsuzluk: işte evet. "dur. gelmemem gerekiyordu,
uyanmamam gerekiyordu aziz çanlarla. bunca ağırlık,
bölündüğü için o ilahi uyku. ey infinita! ey solus!
belki de ayırmak günü ve güneşi,
belki de kesip biçmek sahte peygamberleri
iyiyi müjdeleyen o saatleri, veya eski çorak toprakları
kabul etmek gerek. içime doğru. kavramlar, artık sınırı yok
hiçbir şeyin, bunların adı neden var. neden ilahi sözcükler
söylemeli yalnızlığa karşı? bir kara cadıyı kovalar gibi—"
ve sesler uzaklaşıyor,
ve tırpanlar düşüyor elden,
bırakıyorum kendimi, burası en dingin ateştir.
burası ağzından dökülen nehirdir.
kimin bu vaatler, çorak topraklarda kar yağıyor.
ikiye ayrılıyor ayetler, ey iyinin ve kötünün ötesinde olan!
—bırakın süleyman’ın özdeyişlerini, bunca zaman sonra
yaratılış: ancak şam’dan ibrâhim’e koşmaktır.
ve babil üzerinden uçan siyah göğüslü kartalı, ispinozu, karabatağı
içeri aldım gönülsüzce: —yıllar öncesinin zamanı, bugüne uyandığım sabahtan
daha yakın geliyor şimdi. yoksa aradıklarım orada mıydı?
bu kırk zamanın uzaklığı, ve daha da gidiyorum.
—uzaklara, çok uzaklara, unutacak kadar e v i m i.
ve dönüşü de. inanalım, infinita! inanalım, solus!
bir gün bırakıp gidecek her şey geride bizi.
hareket,
hareket, ediyorum kendime doğru.
burası yolcusuz bir rıhtım. nerede o yorgun gemi?
"neye inanalım şimdi,
neye inanalım sonrası,
neye inanalım öncesi?
—sınırındayken kayalıkların."
penceremi gözlüyor kaygı,
ama geceye daha çok zaman var: kırk gün.
kendimi, kırk güne bırakıyorum. ve kırkıncı günün şafağı:
bunlar ellerin, diyeceğim. bunlar, ellerin. bahçeler fethedilecek
o düşlerimdeki hurmalarla.
ve kırk gün önce,
hüznümü serdiğim dağın eteklerinden
hiçbir iz kalmayacak geriye.
ve o zaman ki çarmıha gerecekler beni:
ve uyan şimdi yaşam uykusundan,
selam, —selam sana ay ışığı! b u n l a r,
e l l e r i n.
(Bu yazı, ''karalama: aliena,, adlı yazının dördüncü parçasıdır. Belki de başka bir dünya.)
28 Ocak 2020 Salı
Тоска 7
Durdum birden bire. Hiç beklemediğim anda, hiç beklemediğim zamanda, yine karşımda. Kim koruyacak bu bedeni, kim kıracak göğsümdeki çırpınan kafesi? —Kötülüklerden mi kaçtın, yoksa üstüne mi gittin korkusuz kahramanlar gibi?
Kırmızı atkın mı korudu seni, yoksa ceketin mi, saçların mı, tertemiz ellerin mi? Kim dokunabilirdi ki sana kötülükle? Boşver bütün cevapları, nereye gidelim? Lübnan mı, Floransa mı, yoksa kerpiçten evlere doğru mu koşar adım. Önemi var mı? Sesin bir gece kızıllığında, aşağı doğru kıvrılıyor dudakların. Üzgün müsün, yoksa kırgın mı geçen zamana?
Tamam sormayı bırakıyorum, usulca yürümek kalacak benden geriye. Adımlarım, adımlarınla. Hem neden sorayım ki, cevapları önemsemiyorum bile. Gitmeyelim, oturmayalım, durmayalım. Biz anlamsızız, bu yüzden birlikte karşı karşıyayız. Ancak böyle karşılıyoruz birbirimizi. Dünyanın anlamsızlığı içinde kaybolmadan, kendi anlamsızlığımızda boğulmadan.
Bacak bacak üstüne atarak, kısık gözlerle, tozların geçmesini bekliyor gibiyim. Sen, az önce buradaydın. Az önce geçmişteydim, az önce yaşıyordum, az önce. Hepsi bir saniyenin onda birinde oldu, geçip gittin yine. Ben durdurmaya çalıştım oracıkta seni. Olmadı, ve her zaman olduğu gibi: Yürüdüm, oturdum, gittim.
Bir sıkıntı var içimde, yerimde duramıyorum, kaçmak istiyorum, şehirler değiştiriyorum, hep aynı. Bitmek tükenmek bilmiyor. Deniyorum, düşünmemeyi, yemek yemeyi, uyumayı, meşgul olmaya çalışmayı ama hiçbirinin etkisi yok. hiçbirinin herhangi bir şekilde varolan durumu değiştirmeye gücü yetmiyor. Bekliyor gibiyim ama beklemekten çok uzak bir yerde. Ellerim yarı açık duruyor kucağımda. Ben neyim biliyorum, tersine işleyen bir kum saati. Algısız, cansız, fakat zamanı geçiren. İtaat edeceğim bir düzen yok, yaşayacağım günler var. Ve bir sürü kafa karışıklığım, bir sürü gerçekliğim, düşüncem, hayalim, ve karamsarlığım.
Tetikteyim, ama yorgun bir tetik bu. Kumral bir saçın esintiyle yüze dağılması kadar yorgun. Siyah deri ceketimi bulamadım, sorun değil, krem rengi olanı seçeceğim. İzin verin, sökebilseydim çoktan sökerdim bu kafesin kapılarını. Kalbimin her sabah ağrılar içinde —sürgünde bir kuş gibi çırpınmasından yoruldum.
Kırmızı atkın mı korudu seni, yoksa ceketin mi, saçların mı, tertemiz ellerin mi? Kim dokunabilirdi ki sana kötülükle? Boşver bütün cevapları, nereye gidelim? Lübnan mı, Floransa mı, yoksa kerpiçten evlere doğru mu koşar adım. Önemi var mı? Sesin bir gece kızıllığında, aşağı doğru kıvrılıyor dudakların. Üzgün müsün, yoksa kırgın mı geçen zamana?
Tamam sormayı bırakıyorum, usulca yürümek kalacak benden geriye. Adımlarım, adımlarınla. Hem neden sorayım ki, cevapları önemsemiyorum bile. Gitmeyelim, oturmayalım, durmayalım. Biz anlamsızız, bu yüzden birlikte karşı karşıyayız. Ancak böyle karşılıyoruz birbirimizi. Dünyanın anlamsızlığı içinde kaybolmadan, kendi anlamsızlığımızda boğulmadan.
Bacak bacak üstüne atarak, kısık gözlerle, tozların geçmesini bekliyor gibiyim. Sen, az önce buradaydın. Az önce geçmişteydim, az önce yaşıyordum, az önce. Hepsi bir saniyenin onda birinde oldu, geçip gittin yine. Ben durdurmaya çalıştım oracıkta seni. Olmadı, ve her zaman olduğu gibi: Yürüdüm, oturdum, gittim.
Bir sıkıntı var içimde, yerimde duramıyorum, kaçmak istiyorum, şehirler değiştiriyorum, hep aynı. Bitmek tükenmek bilmiyor. Deniyorum, düşünmemeyi, yemek yemeyi, uyumayı, meşgul olmaya çalışmayı ama hiçbirinin etkisi yok. hiçbirinin herhangi bir şekilde varolan durumu değiştirmeye gücü yetmiyor. Bekliyor gibiyim ama beklemekten çok uzak bir yerde. Ellerim yarı açık duruyor kucağımda. Ben neyim biliyorum, tersine işleyen bir kum saati. Algısız, cansız, fakat zamanı geçiren. İtaat edeceğim bir düzen yok, yaşayacağım günler var. Ve bir sürü kafa karışıklığım, bir sürü gerçekliğim, düşüncem, hayalim, ve karamsarlığım.
Tetikteyim, ama yorgun bir tetik bu. Kumral bir saçın esintiyle yüze dağılması kadar yorgun. Siyah deri ceketimi bulamadım, sorun değil, krem rengi olanı seçeceğim. İzin verin, sökebilseydim çoktan sökerdim bu kafesin kapılarını. Kalbimin her sabah ağrılar içinde —sürgünde bir kuş gibi çırpınmasından yoruldum.
26 Ocak 2020 Pazar
yersiz akşamlara saldırı.
bir köle pazarında
tutsağıyız özgürlüğün—
ılık su ve ekmek— boğazımdan geçenler
yalnızca bunlar. zamanımın ötesidir benim olan,
geçtiğim yerleri anlattım hep, ve bir pazarda
sıkıştım kaldım. sen de biliyorsun korkuyorum,
ve gizliyorum bulutların içine kirli suları sessiz sessiz
zevksiz, soluk bir hayat bu, sen de biliyorsun neden
saklandığımı. sadece saf ellerle öldürebilirim birini
bu yüzden ceplerimde saklıyorum ellerimi. bir çizgi gibi
yanıyorum. ve ayrılıyorum vücudumdan, ben bu kızıllığa,
nefes veriyorum, sonrası karanlık ve kül, dağılıyor yüzlerce tüy.
sanrısı bu. ve evet: her zaman olduğu gibi /her zaman, benden uzağa—
her şey eriyor gözlerimden geçerken, günler,
saatler, beklentiler, eriyor görüntüler bile. buğulu bir cam arkası
yolculuğum. katılıyorum aralarına, sıcak, kızgın bir demir olsam gerek.
söylenmemiş bir cümle olsam gerek. yazdığım yazıların üstünü
tahtalarla çiviledim. ne diyebilirim/ben ne diyebilirim, yazgımın üstüne
ben çizgiler çektim. —günahların günahı ben olsam gerek.
gündüzlerden düştüm,
yanılgılarla bitti düşlerim, sessizliğe vardı sözlerim.
söyle savaşlar mı vermedim? ölümler mi görmedim?
bana yalan mı söyledin? dokunmadık mı en parlak yıldıza,
yoksa sessizce kayıp gitti mi saçlarından: isli bir gecenin ardına.
bir mektup: yüzümde kara kedi maskesiyle yazıyorum. zaman: sel saldırıları sonrası. yer: kupkuru bir deri. denizlerden çıkıp geldi, engelleyemedim içeri girmesini, bu nasıl bir canavar ki çiğneyip tükürüyor bütün düşlerimi! ve kanatlarımdan döküyor yüzlerce tüyü, ve kaçmaya çalışıyorum bir düşten başka bir düşe, sabah olacak, zamanım kısıtlı. içine çekiyor, girdaplar, sesler, kaçışıyor içimden saplanıp kalmış bir ok gibi, sanki tanıyor buraları. tesiri yok, kimim ben? neden kaçmaya çalışıyorum, neden bir oluşun içindeyim sadece? neden boğuluyorum olduğum yerde, neden dibe batıyorum çırpındıkça! neden durup sana bakıyorum süregelen bir savaşın ortasında? imbat denizi, acılar denizi... annemi doğurmuştu burası bir hüzünlü çiçek gibi. ve babam yavaşça dökülen bir yaprak gibi, ve her ölen: yanında götürmeye çalışıyor birini. yarınlarsa bugünü yaşanılır kılan, eğer yarınlarsa umut! —umudum yok benim! acılar içinde yaşamaktansa, huzurla ölmek isterim.
izlence: sert adımlarla yürüyorum
kırdım ellerimdeki buzdan kelepçeleri,
özgürüm ve tutsağıyım özgürlüğün.
izlence: olduğunu biliyorum. bulanık da olsa—
görüyorum: sabaha çıktığını ağırlıksız,
—dikey bir biçimde— bir devinim içindesin
ve de devinim senin içinde. ——yanımdan geçiyorsun——
ben derin sulardaki bulanıklığım: içimde yer kaplar bir sessiz yengeç
eskimiş iplerle fırtınayı: yağmurlar ortasında
orada isli gecenin ardında: yalnızca beyaz gözleriyle
günkarartısıyla korkudan: konuşuyor ikilemlerle yonca yaprağı
duyumsuyor yüzüme dokunup: kendi asil savaşına dek
1 Ocak 2020 Çarşamba
karalama: aliena.
Başka yer yoktu,
gidilecek yollar tükenmiş
dizecek tablolar bitmişti raflara.
Gün ışısa ne değişirdi?
Kim söyler ki artık en gerçek yalanı
Ne farkı kaldı ki?
Celladım kimdi benden başka,
Dışarıda aradığım ben değil miydim?
Değil miydim her zaman boğazını sıkan
bir cümleyle gezen.
Başka zaman yoktu,
sesleri sayacak bir bir,
saatleri kıracak bir bir tunçtan ellerle
yoktu.
Şafak sökse ne olurdu?
İnanır mıydım gerçek olmadığına,
tutmadığıma, bakmadığıma, bilmediğime
benzersiz düşüşler kalıyor inanmaktan geriye
ışıksız evler kalıyor sevmekten geriye
Kim inandırabilirdi beni sokaklarından geçmediğime—
Musa'nın denizi ikiye ayırdığına,
Troya'da ölmediğime —bir mızrağın ucunda,
Kim inandırabilirdi sağ çıktığıma bu günden?
Celladım kimdi benden başka,
yanımdan geçenler miydi gözlerimin içine bakarak
Görmediler biliyorum —oysa, tilkiydim:
kuyruğunu kovalayan. Yakalayıp ısırdıkça, canı acıyan.
Başka düzen yoktu,
yalnızlığa karşı kazandığım bir dünya,
boşluklara bakmadığım bir yer
yoktu.
Gün yeniden başlamasa ne olurdu?
Bakmayı bırakacak mıyım gözler yerine
boşluklara—
Ne kadar çok şey vardı kim bilir,
Gözlerimi dikip gördüğüm saymakla bitmiyor
Kaç zaman, bekleyiş, binler kere binler defa
Ne vardı bu kadar gözümü alan, tanıdık bana?
İmgeler, aralanıyor kafamın içinde, bir ılık su gibi
geziniyor zamanlardan zamanlara. Bir ışık hüzmesi gibi—
Ne zaman sussam, öldürüyorum içimde bir sesi:
—Bitecekti yıllar zaten, neden birden bire hızlandı bu tren?
(Kabuk kan sızdırıyordu. Dişler hep kanlı,
eller de öyle. Bir bir içeri kaçıyordu
camlardan uzanan boyunlar, sönüyordu ışıklar.
An geldi, sular durdu yataklarında,
sesler kesildi bir bıçakla,
yürümeyi bıraktı kaplumbağa.
Elinde asasıyla, üstünde terden solmuş,
güneşten yıpranmış paçavraları.
Boşluğa yürüdü, başının üstünde
yaralar açarken kargası,
sürünürken taş kesilen ayakları.
Sessiz sessiz boşluğa yürüdü, kuma, toprağa,
suya ve ateşe yürüdü. Kurduğu yerlere
gitmek istiyordu, kendi tanımlamalarına,
kendi imgelerine.
Tozlu sokak onun değildi, üzümler de öyle, savaşlar da.
Kendinin olana gitmeye çalışıyordu var gücüyle.
Güçsüzdü de, kendi içinde kaybetmiş onu da.
Kemik gibi, batıyordu bastığı yere,
karanlık yerler seçiyordu, kendi kendine konuşuyordu.
Ama hiçbir ses yok, ne kargadan, ne ayağındaki
taş kesilen yolcudan. Sanki hiç yoklardı,
sanki başımı öteki bir yana çevirsem
yok olacaklardı, bu kadar bile gerçek
değillerdi.
Bu dünyaya atılmış olsalar gerek,
yanlarında bir nehir akarken,
neden susuzlar o zaman?
Kimi arıyorlardı, yarın nerede olacaklar,
veya diğer gün. Zamanları yok muydu?
Zaman denileni atlamış mıydılar
kendilerine göre, demek kaçacakları
bir şey yoktu. Kovalıyor olsa gerek
bir şeyleri. Biliyorum, buldum,
kimse yokmuş orada. Böyle demeliyim,
oyun muydu zihnimde yoksa?
Aynalardan korkan ben değil miyim,
neden kendimi görmek istiyorum dışarıda,
gözlüyorum her ince hareketi,
kimseler yok oysa, neye bakıyorum öyleyse,
bu kadar tilki nasıl dönüyor kafamda?
Neye bakıyorum öyleyse?!
Aynalar neden,
Neden bu kadar yabancı bana?)
gidilecek yollar tükenmiş
dizecek tablolar bitmişti raflara.
Gün ışısa ne değişirdi?
Kim söyler ki artık en gerçek yalanı
Ne farkı kaldı ki?
Celladım kimdi benden başka,
Dışarıda aradığım ben değil miydim?
Değil miydim her zaman boğazını sıkan
bir cümleyle gezen.
Başka zaman yoktu,
sesleri sayacak bir bir,
saatleri kıracak bir bir tunçtan ellerle
yoktu.
Şafak sökse ne olurdu?
İnanır mıydım gerçek olmadığına,
tutmadığıma, bakmadığıma, bilmediğime
benzersiz düşüşler kalıyor inanmaktan geriye
ışıksız evler kalıyor sevmekten geriye
Kim inandırabilirdi beni sokaklarından geçmediğime—
Musa'nın denizi ikiye ayırdığına,
Troya'da ölmediğime —bir mızrağın ucunda,
Kim inandırabilirdi sağ çıktığıma bu günden?
Celladım kimdi benden başka,
yanımdan geçenler miydi gözlerimin içine bakarak
Görmediler biliyorum —oysa, tilkiydim:
kuyruğunu kovalayan. Yakalayıp ısırdıkça, canı acıyan.
Başka düzen yoktu,
yalnızlığa karşı kazandığım bir dünya,
boşluklara bakmadığım bir yer
yoktu.
Gün yeniden başlamasa ne olurdu?
Bakmayı bırakacak mıyım gözler yerine
boşluklara—
Ne kadar çok şey vardı kim bilir,
Gözlerimi dikip gördüğüm saymakla bitmiyor
Kaç zaman, bekleyiş, binler kere binler defa
Ne vardı bu kadar gözümü alan, tanıdık bana?
İmgeler, aralanıyor kafamın içinde, bir ılık su gibi
geziniyor zamanlardan zamanlara. Bir ışık hüzmesi gibi—
Ne zaman sussam, öldürüyorum içimde bir sesi:
—Bitecekti yıllar zaten, neden birden bire hızlandı bu tren?
(Kabuk kan sızdırıyordu. Dişler hep kanlı,
eller de öyle. Bir bir içeri kaçıyordu
camlardan uzanan boyunlar, sönüyordu ışıklar.
An geldi, sular durdu yataklarında,
sesler kesildi bir bıçakla,
yürümeyi bıraktı kaplumbağa.
Elinde asasıyla, üstünde terden solmuş,
güneşten yıpranmış paçavraları.
Boşluğa yürüdü, başının üstünde
yaralar açarken kargası,
sürünürken taş kesilen ayakları.
Sessiz sessiz boşluğa yürüdü, kuma, toprağa,
suya ve ateşe yürüdü. Kurduğu yerlere
gitmek istiyordu, kendi tanımlamalarına,
kendi imgelerine.
Tozlu sokak onun değildi, üzümler de öyle, savaşlar da.
Kendinin olana gitmeye çalışıyordu var gücüyle.
Güçsüzdü de, kendi içinde kaybetmiş onu da.
Kemik gibi, batıyordu bastığı yere,
karanlık yerler seçiyordu, kendi kendine konuşuyordu.
Ama hiçbir ses yok, ne kargadan, ne ayağındaki
taş kesilen yolcudan. Sanki hiç yoklardı,
sanki başımı öteki bir yana çevirsem
yok olacaklardı, bu kadar bile gerçek
değillerdi.
Bu dünyaya atılmış olsalar gerek,
yanlarında bir nehir akarken,
neden susuzlar o zaman?
Kimi arıyorlardı, yarın nerede olacaklar,
veya diğer gün. Zamanları yok muydu?
Zaman denileni atlamış mıydılar
kendilerine göre, demek kaçacakları
bir şey yoktu. Kovalıyor olsa gerek
bir şeyleri. Biliyorum, buldum,
kimse yokmuş orada. Böyle demeliyim,
oyun muydu zihnimde yoksa?
Aynalardan korkan ben değil miyim,
neden kendimi görmek istiyorum dışarıda,
gözlüyorum her ince hareketi,
kimseler yok oysa, neye bakıyorum öyleyse,
bu kadar tilki nasıl dönüyor kafamda?
Neye bakıyorum öyleyse?!
Aynalar neden,
Neden bu kadar yabancı bana?)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
