—Ben, Bacchus! Sarmaşık bir taç ile dokunuyorum insanlara. Yüzümde berrak bir ışıkla, dökmeden içimdekileri, gözleriniz ürkütmeden yabancılığımla. En üstünüzü biliyorum, ancak o tanrılara yaraşır! En üstününüzü biliyorum, ancak o kaplanlarıma dokunur! Fakat nereye kayboldu o, uzun zamandır görmüyorum göklerden yüzünü. Uzun zamandır izliyorum, bulamadım ölüsünü. Korku muydu, üzüntü müydü, bitkinlik miydi onu gizleyen? İnanmam, yorulmazdı o, bir dağ yarılırdı ortasından karşısında! İnanmam, sabırlıydı o, ulaştırmıştı Sisyphos'un kayasını tepeye! Belki ışıksızdır, belki umutsuzdur, belki, belki amaçsızdır. Bekliyordur, oturuyordur, yürüyordur öylece. Şaraplar getirmiştim sizlere, anımsızca mutluluklar, hararetli cümleler getirmiştim. Fakat siz, bir avuç sarhoş, bir avuç eskiler. Nerede en tepeniz, nerede en güzel sesliniz! Aşkı aşk, savaşı savaş, ölüsü ölüm sizin için. Yoksa değil miydi—— Yoksa tanrı değil miyim? Yoksa ben, bir çift görmeyen göz, hayal eden her şeyi? Ve inanmış gibi— tanrı olduğuna, ve inanmış gibi— mutluluklar getirebileceğine, ve inanmış gibi—dokunabileceğine insanlara, ve inanmış gibi zaferine, getirmiştim sizlere. Fakat olsun: gözleriniz, eşsiz bir dokunuştu karanlığıma. Aydınlattız gerçekleri gün ışımadan, yıllar eskitmeden benliğimi: Zafer diye getirdiğim aslında bir kayıp. Hatırladım yıllar öncesini; göğsümün içindeki altın kanatlı bülbülü, kaybedişimi bir tanrıya—— Bulamıyorum o müzikal sesleri, en tatlı meyveleri, veyahut şarap mahzenlerini. Bulamıyorum içimdeki o insanın eşsizliğini. Başladı o kırık dut bardağından duygulamlar sızmaya, inanmalı mıydım insan olduğuma —yoksa içimdeki tanrıya?
