16 Şubat 2020 Pazar

istasyonlardan yeni bir haber yok

bu muydu bana biçtiğin
—içinde kemirgenlerin yaşadığı bir beden mi?

hüznümü rüzgarsız bir dağın eteklerine serdim
ve uğultular: selam! —selam sana!
başkalaşmanın kadim dildeki karşılığı
selam sana, ey yıkım öncülleri 
bu nasıl ağaçtır,
bu sessiz dilektir. hangi dalgayı bekliyorsun
kenarında düşüşlerin, uzağı gözlüyorsun?

ne söylediysen sessizliğe büründü
anlatır mı uçsuz bucaksız denizleri o yorgun gemi?

sesin, bir zamanın ışığını kiralıyor. 
ve şimdi,
şimdi titriyorum, soğukluğunda görüntülerin.
içim üşüyor,
içim, bana:
hareket et!
hareket!
nasıl bir yorgunluktur bu üzerime karlar birikiyor. bunlar ellerin,
sanki mutsuz bir balık, vurgun yemiş deniz diplerinde.
ve dalgalanıyor ruhu okyanusun yüzeyinde; ne çok 
isterdim böylesi, 
              böylesi bir zamana doğmamayı.

tekrarlıyorum kendimi, tekrar, ve tekrar ve, tekrar. 
ayetler dönüp dolaşıyor göklerde, hiçbiri ulaşmıyor bana.

zaman binbir defa duruyor, ben kara cadıların peşine düşüyorum.
ateşler yanıyor, tırpanlar, kazıkların uçu sivriliyor. 
ben bunlar ellerin dedikçe saplanıyor içime, 
içim üşüyor demiştim, ateşler yakılıyor içimde. 
avcılar peşimde: düşevurum! düşevurum!
ve uğultular: zamanın ışığı bana gölge düşürüyor.
ben kara cadı,idim —düşler atlası,nda. 

inandırabilir miyim kendimi, saflığın gezindiğine ağaç damarlarında?

inanalım, istasyonlardan yeni bir haber yok. ben ve dünya arasında
ince bir cam, ve zaman, ve soğukluk, ve korku.
sanki yer çekimini ben bulmuşum, ben parçalamışım atomu,
bu içtiğim şarapmış, bu gördüğüm yüzünmüş, kuş yuvaları
hiç bozulmamış. burası benim, selam, selam sana ey yarattığım kötülük,
çekip çıkardım düştüğün kuyudan, fakat yürüyüp gideceğini bilemedim.

o mermer yüz, anlam vermeye çalışıyor olanlara,
inanmaya çalışıyor soğuk gecenin puslu yalanlarına
inanma, inanma. tek gerçek: içini ısıtandır, o da sallanıyor 
şimdi boşluklarda. bu yüz, bu bakışlar, vazgeçmiş olana,
kim hatırlatabilir ölmeyi— ben! kadim dillerdeki:
karşılığıyım başkalaşmanın. ve bir kurbağa gibi, iki yaşamlı.
gücüm bitiyor,
gücüm bitiyor, bunlar ellerin. diyorum. diri diri gömüyorlar beni.

artık, hurmaları düşlüyorum. 
kuru otlara, çelik gibi toprağa karşı düşlüyorum. 
gecenin bir vakti, annemin yüzünü düşünürken buluyorum kendimi.
ne zaman dolup taşacak bu bahçe? belki de o çiçeğin, 
toprağı ben değilmişim, belki hiç var olmadı hurma bahçeleri,
hem hurma ne demekti? bir yaprak, 
                                        bir yaprak düşerken de yaprak mıydı?
annemin yüzüydü belki de.  

gün ışıyor, ve kesiyor çemberlerin dönüşünü,
kim kırdı bu zincirleri. hangi ayet iyiye yazıldı. 
nereden geliyor bu garip soğukluk
ey insanoğlu, iyi mi ettim dünyaya gelerek?
yoksa insan olmak için yaşayıp kirlemek mi gerek!
selam sana ey yıkılan deniz tabanları
selam sana! o yorgun gemi, bekliyor mu dalgaları?

umutsuzluk: işte evet. "dur. gelmemem gerekiyordu,
uyanmamam gerekiyordu aziz çanlarla. bunca ağırlık,
bölündüğü için o ilahi uyku. ey infinita! ey solus!
belki de ayırmak günü ve güneşi,
belki de kesip biçmek sahte peygamberleri
iyiyi müjdeleyen o saatleri, veya eski çorak toprakları
kabul etmek gerek. içime doğru. kavramlar, artık sınırı yok 
hiçbir şeyin, bunların adı neden var. neden ilahi sözcükler 
söylemeli yalnızlığa karşı? bir kara cadıyı kovalar gibi—"

ve sesler uzaklaşıyor,
ve tırpanlar düşüyor elden, 
bırakıyorum kendimi, burası en dingin ateştir. 
                                    burası ağzından dökülen nehirdir.
kimin bu vaatler, çorak topraklarda kar yağıyor.
ikiye ayrılıyor ayetler, ey iyinin ve kötünün ötesinde olan!
—bırakın süleyman’ın özdeyişlerini, bunca zaman sonra 
yaratılış: ancak şam’dan ibrâhim’e koşmaktır.

ve babil üzerinden uçan siyah göğüslü kartalı, ispinozu, karabatağı
içeri aldım gönülsüzce: —yıllar öncesinin zamanı, bugüne uyandığım sabahtan
daha yakın geliyor şimdi. yoksa aradıklarım orada mıydı?

bu kırk zamanın uzaklığı, ve daha da gidiyorum. 
uzaklara, çok uzaklara, unutacak kadar e v i m i. 
ve dönüşü de. inanalım, infinita! inanalım, solus! 
bir gün bırakıp gidecek her şey geride bizi. 
hareket, 
hareket, ediyorum kendime doğru. 
burası yolcusuz bir rıhtım. nerede o yorgun gemi? 

"neye inanalım şimdi,
neye inanalım sonrası,
neye inanalım öncesi?
—sınırındayken kayalıkların."

penceremi gözlüyor kaygı, 
ama geceye daha çok zaman var: kırk gün. 
kendimi, kırk güne bırakıyorum. ve kırkıncı günün şafağı:
bunlar ellerin, diyeceğim. bunlar, ellerin. bahçeler fethedilecek
                                                                   o düşlerimdeki hurmalarla. 
ve kırk gün önce, 
hüznümü serdiğim dağın eteklerinden
hiçbir iz kalmayacak geriye.

ve o zaman ki çarmıha gerecekler beni: 
ve uyan şimdi yaşam uykusundan,
selamselam sana ay ışığı! b u n l a r, 
e l l e r i n.

(Bu yazı, ''karalama: aliena,, adlı yazının dördüncü parçasıdır. Belki de başka bir dünya.)