21 Temmuz 2018 Cumartesi

chosniel


Kabuğuma çekileceğim günü bekliyordu sönmek için, yıldızlar. Ve nihayet çekildim.
Kırılacak gibi bu kitin kaplı, iğrenç kokulu. Sanki dayanamayacak daha fazlasına.

Daha durgunum artık, daha cansız, yüzümü okşayan rüzgar yok
Ayaklarımda sınırı belirsiz ağırlık, oturduğum yer beni içine çeker gibi
Güzel olma kaygısından uzak, rastgele bir sesle anlatacağım
Yeterince vurdum kendimi yerden yere, yeterince kırdım dişlerimi
Dinleyin, yüz umursamaz ağızdan bu sözlerim
ama yine de yangın çıkaracak hiçbir şey yok bildiğim!

Düşüncelerim kaybolmuş yitik zamanın birinde, savaşmakta geçmişiyle.

Ben varım bütün kayıtsızlığımla ve tuvallerden düşen mutsuz, 
kemiksi insanlar; çatırdayıp yok oluyorlar. 
Ben varım ve bin yıllık baykuş; kaçar bir manevrayla konuyor
kağıdın üstüne. 
Ben varım, uyumsuz bir renk gibi: Heyecanla doğan bir yıldızın 
umursamaz ışığını taşıyorum hâlâ.
Fakat içimdeki çocuğun yerinde bir yarasa,
geçmişi durmadan hatırlatıp, gülüyor yüzüme seyrek dişleriyle.
Nereden baksan bin yıllık, kırıyor göğsümdeki kafesi.
Ne zaman kalabalık bir yerden geçecek olsam, 
diken üstünde sanki: Yarasa öyle korkulu, öyle tedirgin ki!
Sevmiyor olsa gerek yalanları, içini göremiyor ya en saydamların. 

Sesime bir kemanı alıp sesleniyorum size,
şarkılar eşliğinde öğütler dizmeyin bana, gözü pek masallar anlatmayın.
İnanmam, i n a n a m a m artık. Burayı gördüm:
                                                   Bakır rengi kalbiniz, oysa paslanmış.
                                                   Bembeyaz yüzleriniz, oysa taşlaşmış.

Kendi mezarınızı kendi vücudunuza gömün.

Gölgelerden çıkın artık, çukurunuza doğru gidin. Çıkarın maskelerinizi.
İzleyecek bir şey kalmadı, sonuna geliyorum bu düşün. 
Kırılacak bu kabuk, az kaldı.
Kaçmaya niyetim yok, gücüm de yok yeni bir yolcuğa. 
Kimin zamanı varsa veda etsin, kimin korkusu yoksa ateşe batırsın ellerini
ve yollara düşsün. Sızı gerek çünkü hatırlamak için yolun başını,
ve unutmamak için sonunda nereden geldiğini.

Yine de değişik bir tadı vardı her şeyin: Bayat ama zamana karşı alaycı.
Heyecanla doğan bir yıldız öğretmişti, 
Sonsuzluğu istiyorsan, yalnız da parlayabilmeli

Bir anda ışık patladı sanki, bir yıldız öldü genç yaşında
Binlerce çekirge saldırmaya başladı başıma doğru, 
Can çekişmeye başladım. Ve kabuk kırıldı binlerce çatırtıyla.
Tanımadığım dünyaya gelmiştim bir daha. Tanıyamıyordum kendimi bile, 
Uyanmıştım ve yeniden başlamıştı can sıkıcı senfoni

Kin kusabilirdim veya tehdit edebilir. Fakat geçen ve yok olan umudumu getiremez hiçbir güzel söz, hiçbir intikam.

Şimdi yüz umursamaz ağzımla susuyorum. Burası böyleyse eğer,

Çıkmayacaksa gölgelerden, gitmeyecekse iyiye insanlar, 
günyüzü görmeyecekse saklı gerçekler, boğulacaksa sığ sularda,
gitmem gerekiyor dünyanın arka kapısından.


Yok olsun bir kıvılcımla ormanlarınız, yıkılsın dayandığınız ağaçlar.

Heyecanla doğan yıldızın 
ölümlü ışığı gibi-
sönsün.