30 Temmuz 2017 Pazar

kaçmak için gün sayıyorum ıssız deliksiz kapısız bir mağaraya. kendimi biliyorum seni de onları da değişmeyiz yontulmaz ve törpülenmez. gözün alabildiğine uzanan turuncu yıllardan ve durulmaz nehirlerden geçiyorum elimde bir kuş ölüsü, kuşaktan pelerinim ve ağaç kovuğu. tavşan deliğine saklanmışçasına çıkılmaz buluyorum burayı. çıkamayacağımdan değil sadece altın renkli buzdan tuvallerin tuğla kelimelerin kazınmış evlerin olduğu yere dönmek istemiyorum, hayat ağacının dibinde oturmuş dallarını kırıyorum. 

çok kolay düşüyoruz ortasına
kargaşanın, aşkın, dürtülerin
bir gece arsız sunulardan geçip
göğsüne sımsıkı bastırdığın alacalı düşünsel
imgesel bedenin

sevgin,
yaşanılası en güzel yanın

alt üst olmuş her şey diyoruz 
puslu hayatın dağınıklığını anlatırken

alt:
bataklığın ortasındaymışçasına çırpındığım yeryüzü,
keskin belirsiz puslu soytarının
hafif dokunuşlarla ağlatmasıydı.
parlat ve boya şimdi gökyüzünü
yeterince ağladık 

üst:
sarı bir koltuğun ortasında
dumansız ve huysuz bir kedinin kıvrımını hatırlatır gibi
yalpalayan ve çember dünyanın
dışındayım, eğikliği yaratıyorum
söyle, ben sormadan hem
bahar geldiğinde mi hatırlanır bahçeler?

alt üst olmuş kurşuni göğün altında
ekseni kaymış resminin 
kaderini yazıyorum;

her şey üst üste geldi,
ben altında kaldım.

antik bir ormanın bitişinde durup
hecelenen sesin duvardan yansıması 
yerkabuğunun çöküntüleri
radyo dalgaları arasında
düşündüm:
onca insanın arasından 
kimsenin hayatına çarpmadan
geçebildim