Bir kum tanesi gibi savruldum kendi içime. Tepemde saf yangısıyla güneş, bastığımsa ateşin kumları. Görüyorum: köşeleri belirsiz kum denizi. Görüyorum ki dikenler sarılı bedenimde. Kendimi arıyordum, oysa kupkuru yazgımla çölü buldum içimde.
Uyandım utanılacak zamanlarda. Dinle, suyun sesi geliyor bir yandan. Dinle bir yanda incecik rüzgarda kırılan dallar. Hangi gerçeği savunuyorsun şimdi?
Söyle ey yol arkadaşım kaplumbağa, ben de senin gibi yaşadım yıllarca: gerisinde kalan hayatın ve her an kaçmaya çalışan, sırtında ev bildiği yüke. Zayıflar, ya boyun eğecek ya da diz çökecek. Ben ise kendi içime atladım bu yüzden buradayım işte. Sen neden içindesin bu yolun, gerisinde kalacağını bildiğin halde?
Zehirledim işte onu. Yine yaptım. Öyle değil miydim zaten, ateşi görünmesin diye kar yutan ve dumanıyla başkalarını zehirlemeye çalışan!
Döktü gerçekleri, içindekileri: “Yürüyorum çünkü geride bırakacağım soluk dehlizleri. Yabancısın belki kendine, bense binlerce yıldır yaşıyorum senin
içinde. Diken verdi çöl susuz olana. Kullanmayı bilirse yaşasın
diye! Öğreneceksin sen de, vücudunda dikenlerle yaşamayı. Ayakların su toplamış ve güneş yakıyor irislerini belki de. Alış: senin bu ateş, bu cehennem. Senin bu çürüyen toprak, kırılan dallar. Sen şimdi ey bedevi, bütün fırtınaların sahibi, vahaların hayat vereni. Kendi içine atlamanla övünme, sen atlamasan da seni iteceklerdi. Bir sarmaşık gibi duruyorsun öylece ve benden bir cevap
bekliyorsun. Diyebileceğim şu ki,
keşke ölümün inceliğini
taşımasaydın üstünde!”
Ayaklarımdan parmak uçlarımdan yürüdü yolcum. Elimdi artık, kolum. Derimi parçaladım. Kendimi. Kendimi arıyordum, kendimi buldum. Ve kendime çarpıp
dağıldım. Bu çöl benmişim ve benmişim buranın şeytanı. Şimdi bin yıldır yağmur yağmayan çölüme, sular taşıyorum elimde. Kutupları getirdim sonra, tundrayı, frenk incirlerini ve türlü hayvanları.
Hayat vermeye çalıştım içimde ölenlere. Öleceğimi bile bile, sevgimle yaşama inandırmaya çalıştım. Ateşlere bastım, suya dokundum, toprak yedim. Biliyordum yine de bir şeyler eksik. Biliyordum,
-yüktür,
-yüktür,
inancı olmayan için yaşamak.-
unutturmak bütün amacım içlerindeki kumu, toprağı.
Ve sonunda kırıldı dayanak bildiğim asam. Başımın üstündeki karga, ayağımdaki yolcum taş kesildi. Duydum, içimde bir nehir sesi. Kıyısına geldim artık kendimin, kumun denize katıldığı yere. Dönüp baktım kendime, o kadar uzaklaşmışım ki kendimden, tanıyamıyorum kendimi, çıkaramıyorum bu yerden.
Duydum, daha güzel bir ölüm var içimde. Kendimden verip yaşattım hepsini. Ölüm var, ve biliyorduk bunu savunmamı böyle yapacağım! Bu yüzden buraya gömdüm kendimi. Ellerim açıkta,
Güneşi kapatacağım: daha fazla ateşte kıvranma diye
Son sıcaklığımı vereceğim: daha fazla soğuk görme.
İnsanların gündoğumunda uyandığı yere bu göçüm, o cesur özgürlük hissine kapıldım. Şimdi çölü bozdum, kumu toprağa çevirdim. Toprak yiyor kum yiyen, ateşte yaşayansa üşüyor!
Kendimi tükettim ve bir mum gibi eriyorum. Sesler çıktı ayağımdan, başımın üstünden. Kulağıma gelince anladım:
keşke incecik rüzgarda
kırılan ilk dal olmasaydım.