Başka yer yoktu,
gidilecek yollar tükenmiş
dizecek tablolar bitmişti raflara.
Gün ışısa ne değişirdi?
Kim söyler ki artık en gerçek yalanı
Ne farkı kaldı ki?
Celladım kimdi benden başka,
Dışarıda aradığım ben değil miydim?
Değil miydim her zaman boğazını sıkan
bir cümleyle gezen.
Başka zaman yoktu,
sesleri sayacak bir bir,
saatleri kıracak bir bir tunçtan ellerle
yoktu.
Şafak sökse ne olurdu?
İnanır mıydım gerçek olmadığına,
tutmadığıma, bakmadığıma, bilmediğime
benzersiz düşüşler kalıyor inanmaktan geriye
ışıksız evler kalıyor sevmekten geriye
Kim inandırabilirdi beni sokaklarından geçmediğime—
Musa'nın denizi ikiye ayırdığına,
Troya'da ölmediğime —bir mızrağın ucunda,
Kim inandırabilirdi sağ çıktığıma bu günden?
Celladım kimdi benden başka,
yanımdan geçenler miydi gözlerimin içine bakarak
Görmediler biliyorum —oysa, tilkiydim:
kuyruğunu kovalayan. Yakalayıp ısırdıkça, canı acıyan.
Başka düzen yoktu,
yalnızlığa karşı kazandığım bir dünya,
boşluklara bakmadığım bir yer
yoktu.
Gün yeniden başlamasa ne olurdu?
Bakmayı bırakacak mıyım gözler yerine
boşluklara—
Ne kadar çok şey vardı kim bilir,
Gözlerimi dikip gördüğüm saymakla bitmiyor
Kaç zaman, bekleyiş, binler kere binler defa
Ne vardı bu kadar gözümü alan, tanıdık bana?
İmgeler, aralanıyor kafamın içinde, bir ılık su gibi
geziniyor zamanlardan zamanlara. Bir ışık hüzmesi gibi—
Ne zaman sussam, öldürüyorum içimde bir sesi:
—Bitecekti yıllar zaten, neden birden bire hızlandı bu tren?
(Kabuk kan sızdırıyordu. Dişler hep kanlı,
eller de öyle. Bir bir içeri kaçıyordu
camlardan uzanan boyunlar, sönüyordu ışıklar.
An geldi, sular durdu yataklarında,
sesler kesildi bir bıçakla,
yürümeyi bıraktı kaplumbağa.
Elinde asasıyla, üstünde terden solmuş,
güneşten yıpranmış paçavraları.
Boşluğa yürüdü, başının üstünde
yaralar açarken kargası,
sürünürken taş kesilen ayakları.
Sessiz sessiz boşluğa yürüdü, kuma, toprağa,
suya ve ateşe yürüdü. Kurduğu yerlere
gitmek istiyordu, kendi tanımlamalarına,
kendi imgelerine.
Tozlu sokak onun değildi, üzümler de öyle, savaşlar da.
Kendinin olana gitmeye çalışıyordu var gücüyle.
Güçsüzdü de, kendi içinde kaybetmiş onu da.
Kemik gibi, batıyordu bastığı yere,
karanlık yerler seçiyordu, kendi kendine konuşuyordu.
Ama hiçbir ses yok, ne kargadan, ne ayağındaki
taş kesilen yolcudan. Sanki hiç yoklardı,
sanki başımı öteki bir yana çevirsem
yok olacaklardı, bu kadar bile gerçek
değillerdi.
Bu dünyaya atılmış olsalar gerek,
yanlarında bir nehir akarken,
neden susuzlar o zaman?
Kimi arıyorlardı, yarın nerede olacaklar,
veya diğer gün. Zamanları yok muydu?
Zaman denileni atlamış mıydılar
kendilerine göre, demek kaçacakları
bir şey yoktu. Kovalıyor olsa gerek
bir şeyleri. Biliyorum, buldum,
kimse yokmuş orada. Böyle demeliyim,
oyun muydu zihnimde yoksa?
Aynalardan korkan ben değil miyim,
neden kendimi görmek istiyorum dışarıda,
gözlüyorum her ince hareketi,
kimseler yok oysa, neye bakıyorum öyleyse,
bu kadar tilki nasıl dönüyor kafamda?
Neye bakıyorum öyleyse?!
Aynalar neden,
Neden bu kadar yabancı bana?)