Olgunlaşınca alacağım vadettiği tadı elmadan
öncesinde değil.
Başka bir mevsimi bu kırgınlığın
Ruhum yandı kış güneşinin altında
Benim gözyaşım bu yağmurdan arta kalan
Madem dinlemek istiyorsun al sana bir ezgi yarından;
Bir zamanlar yüzünün aydınlığında gördüğüm bendim
bu yüzden güzel görünmüyor hiçbir ayna
Yağmur sonrası yorgunluk benim
Toz toplayan üzerime: zamanın geçişi
Sırtındayım büyük akıntının
koşmayı bırak peşi sıra geç kalmanın
Gecenin umurunda mı zayıf ışığı elindekinin
Dans edenlerin değil düz adımların ahengi
içime işleyen satırlarını: geçmiş dediğim çığlık kafesi
Ağlayan sözlerin, çıplak bulvarların, korkulukların
Köhne yankısı kargaların başımın üstünde gezinen
Üstümdeki kar yorganı, bütün sessizliğiyle çekili geceye kadar
Gecedoğumu, gecebatımı diyorum ben günü tanımlarken
hatırlatacaklarım: gözyaşları vadisi, iz düşümü
tekrar et: senin inandığın kadar yanıldım,
doğru gelmez bana hiçbir kuş düşüşü
Yaşamanın yan etkisi: iç yıkım, iç çekiş.
Nereye baksam tırnak izlerim
Bir denizdeyim, boyumu aşan:
Ve kollarıyla çeken dibe, sekiz koluyla sekizi aynı anda
Bütün sular tahrip şimdi, bütün su yorgunluğumla kaplı
Yüzümü döndüğümde birikintiye:
Bir yıkım, bir savaş veren kendi kendine
geç kalma telaşında, dövmekten yorulmuş kolları suyu
ve yabancı kendi aydınlığına, yabancı bozguna uğramış ellerine
Kimsesiz evlerin yalınlığı gibi bir soru
her gün -gece yüzüne- çıkan:
Sevmek; bozuk yollarda yürümeyi
anlaşılır kılmak mıdır
-ya da-
yaşamak?
