14 Ekim 2018 Pazar

kırmızı anlatısı

Olgunlaşınca alacağım vadettiği tadı elmadan
öncesinde değil. 

Başka bir mevsimi bu kırgınlığın

Ruhum yandı kış güneşinin altında
Benim gözyaşım bu yağmurdan arta kalan
Madem dinlemek istiyorsun al sana bir ezgi yarından;
Bir zamanlar yüzünün aydınlığında gördüğüm bendim
bu yüzden güzel görünmüyor hiçbir ayna

Yağmur sonrası yorgunluk benim

Toz toplayan üzerime: zamanın geçişi
Sırtındayım büyük akıntının
koşmayı bırak peşi sıra geç kalmanın
Gecenin umurunda mı zayıf ışığı elindekinin
Dans edenlerin değil düz adımların ahengi
içime işleyen satırlarını: geçmiş dediğim çığlık kafesi

Ağlayan sözlerin, çıplak bulvarların, korkulukların

Köhne yankısı kargaların başımın üstünde gezinen
Üstümdeki kar yorganı, bütün sessizliğiyle çekili geceye kadar
Gecedoğumu, gecebatımı diyorum ben günü tanımlarken
hatırlatacaklarım: gözyaşları vadisi, iz düşümü
tekrar et: senin inandığın kadar yanıldım, 
doğru gelmez bana hiçbir kuş düşüşü

Yaşamanın yan etkisi: iç yıkım, iç çekiş.


Nereye baksam tırnak izlerim

Bir denizdeyim, boyumu aşan:
Ve kollarıyla çeken dibe, sekiz koluyla sekizi aynı anda
Bütün sular tahrip şimdi, bütün su yorgunluğumla kaplı
Yüzümü döndüğümde birikintiye: 
Bir yıkım, bir savaş veren kendi kendine
geç kalma telaşında, dövmekten yorulmuş kolları suyu
ve yabancı kendi aydınlığına, yabancı bozguna uğramış ellerine

Kimsesiz evlerin yalınlığı gibi bir soru 

her gün -gece yüzüne- çıkan:

Sevmek; bozuk yollarda yürümeyi 
anlaşılır kılmak mıdır
-ya da- 
yaşamak?