27 Kasım 2018 Salı

karalama: bir

I.
Doğum diyorum buna: zayıf, çelimsiz bir gölge
bu dağın eteklerine düştü. 
Bir kazın sırtında, rüzgar da bu anı bekler gibi sakin.

II.
Çıt çıkarmadı. Alevler içinde, gözlerindeki anlatıyı döktü:
Yeterince aşağılanmış, zedelenmiş kaçtığı yerde.
Tellerle çevrili etrafı ve inancı kazınmış. Güvensizliği zırhı.
Kırmızı gözlerle fark ettiriyordu, sımsıkı tutuyor içindeki dehşeti

Çünkü ne kadar acıdır kim bilir,
Dünyaya gelmek, kaçarken başka bir dünyadan.

III.
Fısılda dedim. Fısılda. Böyle bulursun ancak 
yolunu k a r a n l ı k t a. 

Bileklerinde kemikten çivileri. Bir kaz tüyü düştü toprağa. Kaybettirdi kendini, vadideki rüzgarın kıvrımına uydu. Beyaz bir körlük sonra...

IV.
Ben kaldım yalnızca içlerinde insanların,
Ben kaldım alevler içimde. Kafamda k a n l ı bir taçla çıt çıkarmadım.
Bir duru su gibi döktüm anlatıyı: Fırtınayı araladı, kapanmak istemeyen göz kapaklarım. 

Uçurumlar göz korkutur yalnızca, 
insanın kendi içine düşüşüdür acı olan!


21 Kasım 2018 Çarşamba

karalama: kışın çiçekler



Gök yarılınca mı ortaya çıktı,
Yoksa ben mi farkına vardım gürültünün altında?
Kışın çiçekler: gözlerinden. 
                           akan ise çiy damlaları-

Ve eksik lütuf değil miydi geceden geçişi
ayazda kalan bedenimin.
Büsbütün karşımda yeniden!
Aydınlığı, sırtı ve kendisi
                              Kör bıçak gibi boğazımda,
                              keskin bakışlarıyla.

Göz ucuyla izliyorum:
berrak suyun içinde turuncu balık-
derininde ise yok sayılan ince bir duyum.
Terk edilmiş saatlerin geçişine o yaratık.

Ateşi çalanım, zincirlerim bileklerimde.
Ve sonrasında gecenin sonu gelmedi hiç: 
Ayak izleri sahici acının, tepelerin ardında 
ve ışık yok bu karanlığa. 

Çıkar ateşi o zaman sakladığım dehlizden,
yerime sür yüzlere doğru. 
Buzdan jiletleriyle zaman,
parçalıyor damarlarımı.

Umutla bakma hiçbirine çünkü ışığı yetmez,
umutla bakma her yüz bir yangın. 

Tedirgin bir sessizliğe bürün: kışın çiçekler
siyahtır ve ürkütme sabahı. belki de gelecektir.
yine bekleyeceği
z.                             

7 Kasım 2018 Çarşamba

karalama: melon şapkalar altında

(İnsan sadece dünyaya geldiği için bile, cenneti hak etmeli.)

Öyle bir yerden bakıyorum ki dünyaya 
her şey uzak-

Sessiz iskelenin kenarında bir soğuk 
buraya gelebilmem için esti.
Görebilirsin artık gizimi:
acının paletinden, üstüme bulaşan renkleri.

Uygunsuz adımlarla geçişimi düşündükçe
garip otlar sarıyor içimi.
Yolcuyum artık gezen mutsuz ağızlarda
Aradığım beyaz bir bakış: kapkara yüzlerde.

Kendimi bulmak için gidiyorum öyleyse-
ölüm sırtımda ve ağırlığı yok bile, 
yaşamın yanında

Yine de gözlerimi kapattım kötülüklere
Değersiz uçurumları ben yarattım
Hıçkıran uykularımdan.

Fena can yakardı cansız görüntüler 
sabahları ortalıkta koşuşturan
Ve bakışlar melon şapkalar altında kalan 

14 Ekim 2018 Pazar

kırmızı anlatısı

Olgunlaşınca alacağım vadettiği tadı elmadan
öncesinde değil. 

Başka bir mevsimi bu kırgınlığın

Ruhum yandı kış güneşinin altında
Benim gözyaşım bu yağmurdan arta kalan
Madem dinlemek istiyorsun al sana bir ezgi yarından;
Bir zamanlar yüzünün aydınlığında gördüğüm bendim
bu yüzden güzel görünmüyor hiçbir ayna

Yağmur sonrası yorgunluk benim

Toz toplayan üzerime: zamanın geçişi
Sırtındayım büyük akıntının
koşmayı bırak peşi sıra geç kalmanın
Gecenin umurunda mı zayıf ışığı elindekinin
Dans edenlerin değil düz adımların ahengi
içime işleyen satırlarını: geçmiş dediğim çığlık kafesi

Ağlayan sözlerin, çıplak bulvarların, korkulukların

Köhne yankısı kargaların başımın üstünde gezinen
Üstümdeki kar yorganı, bütün sessizliğiyle çekili geceye kadar
Gecedoğumu, gecebatımı diyorum ben günü tanımlarken
hatırlatacaklarım: gözyaşları vadisi, iz düşümü
tekrar et: senin inandığın kadar yanıldım, 
doğru gelmez bana hiçbir kuş düşüşü

Yaşamanın yan etkisi: iç yıkım, iç çekiş.


Nereye baksam tırnak izlerim

Bir denizdeyim, boyumu aşan:
Ve kollarıyla çeken dibe, sekiz koluyla sekizi aynı anda
Bütün sular tahrip şimdi, bütün su yorgunluğumla kaplı
Yüzümü döndüğümde birikintiye: 
Bir yıkım, bir savaş veren kendi kendine
geç kalma telaşında, dövmekten yorulmuş kolları suyu
ve yabancı kendi aydınlığına, yabancı bozguna uğramış ellerine

Kimsesiz evlerin yalınlığı gibi bir soru 

her gün -gece yüzüne- çıkan:

Sevmek; bozuk yollarda yürümeyi 
anlaşılır kılmak mıdır
-ya da- 
yaşamak?

9 Eylül 2018 Pazar

bedensiz düşlerin ağrısı


sonunda dökülüyor altın yaprakları bahçelerimin
ve döküyorlar üstüme ürkekliği,
ellerinde çekiç ve kalıpla dövüyorlar bedenimi
ışıltısıyla kaplıyorlar, çaresizliğin.

bu dizeler de ürküyor!
bu dizeler,
bronz renginden konutta
bağıran ve bıçaklayan isteklerini
bir düşün sesine benziyor!
-tıpkı benim gibi-

ama sus, doyumsuz karıncalar adi
koşup yapışacaklar etime
uyandırma onları yalvarırım. acı çekmeye gücüm yok şimdi
ağlayan insanlar var içimde,
nasıl da doluyorlar gözlerime

ilk defa görüyorum bu silik rengi 
bulaşan ellerime yangısıyla hatıradan;

biliyorum! 
ses değilim ki ben
söylediklerim yankılanmayacak kulaklarınızda
bu korku yer etmeyecek hafızalarda:

                     uzuvlarımdan herhangi biri
                     kopup gitse hiçbir şey değişmeyecek gibi
                     kullanmıyorum içimdeki boşluktan başka 
                     h i ç b i r  ş e y i.

31 Ağustos 2018 Cuma

karalama: doğumun yankısı

1- kafesime sıkıştırdığım alevler içinde nehirdi,
başka yangına döküyordu kendini.

bir mezar gibi susuyorum
üstelik ellerim soğukta ve dışında toprağın
tırnaklarını geçiriyor üstümdeki kireç rengine insanlığın.

2- dünya dediğimiz kara sözcük -yedi kat altı göğün-
veya aynı yanılgının tekrarı? insanın içindeki saklı kızılı, görme isteği
değil miydi.

sana söylüyorum: dolambaçlı yolların eskimiş hisleri,
kayıp hüznün içimdeki bekçisi,
ah, sana duyduğum güven karanlık bir yaratık
olsun, olsun! yıldızları görebilmek için karanlık da gerekli
gözlerimi kapatıp atlayacağım, yedi tülü geçip
ardından bakacağım yeşilimsi heybetine ağızların
çatlamış yüzlerine sessiz bakışların

3-suyun parıltısına döndüm yüzümü,
kırık renginin açıklığıyla
ateşli hastalığa yakalanmış gibi: seni sevmek ve 
bir esintiyle kaybolmak arasında kalmıştım tek başıma

ve hangisini seçsem bir gözüm ötekinde
gençleşirken bir yanım ölmekte diğeri

yabancı gibi kaybolmalı ufuk çizgisinde

içimi sarıyor kapalı duvarlar ve dinliyor gizimizi
anıt edasıyla, kurtu öldürüyor dışarıdaki

4- gitmeliyim akreple olan kavganın sabahında
kendimi denizinde batan gemiye bırakmalıyım
söylemedin deme sakın
bu hissi içime düşüren, bir taşın sırtı gibi,
kılıcını geçiren kalın zırhımdan içeri zorlanmadan
çelimsiz bir bakıştı.

5- ortaya çıksın diye kestim bulutları
nereden bilebilirdim buraların
ölü insanlarla dolacağını!

yansıyan ışınlardan dönen 
şekillerde gördüğümü okuyorum 
zayıf, kötülük bilmeyen dilimle:
"insanı ya taşlaştıran 
ya da kıran yerden geliyorum."

ürkütme içimdeki kuşları, sadece içsesimi dinle:

(kalamam burada, kendi duvarlarım var ve başkalarının sesleri yankılanıyor içeride. kaç kere kapadım kulaklarımı inciten seslere. kaç kere iyileşir dedim çatladığı yerden toprak. kaç kere dedim iznin yok duvarlardan geçmeye. kapalı kaldım ve yalnızım sınırları çizilmiş üzgünlüklerle. göğsündeki kafesi kır. sonra zihnindekini de. kendini bul önce. kendine çarp. sonra yarat kendi dilini, anlam ver içindekilere. bir kelime yaz, bir cümle. en derindeki dehlizlerinden bir cümle çıkar, savaşsın dünyada çıplak elle. anlat, ama umut verme: ilahi bir cümle değil söyleyeceğin. dehşete düşür onları, ve bırak kendileriyle-)

6- bir defa kenarına geldiysek uçurumun

biliriz:geri dönsek bile içimize düşer o his

içimizde dönüp durur doğumun yankısı

parlak koşusunda toprak yağar üstüne 
dev aynalarının altında kalır isteksiz adımları
maskelere esir yaşamlar arasından 
kaçarken fısıldadığım hakikat bu olmalıydı;
yedi katlı cehennemin adı: insandı.

24 Ağustos 2018 Cuma

karalama: itiraflarım


Kendimi görüyorum her üzgün yüzde. Yorgun adımlarda duyuyorum sesimi: Işıklar içinde uyutun beni. Geride kalanım bunu hak eder ancak. Kağıt bırakacağım üstünde beş çizik: anlatacak içime dağılan rüzgarı.

Elveda, elveda sana! Nasıl da çakıldım, çivilendim kabuğu kırılmaz yaşama.

Bulutların üstünde yürüdüm bunca zaman. Söylediler çok kez. Düşen yaprağı taşıdım duyduğumda. Kabul edemem dünyada olduğumu. Yüzü yaralı yarasayla, kulağı çizen seslerin olduğu yere aidim diyemem.

Fakat derinlerde bir his vardır. yine de bir çağrıdır içimdeki rüzgara: "Biraz daha dayan. İnan az kalmayacak güzellikler,
gördüklerinin yanında."

Biraz daha. der. Az kaldı, yetişeceksin geçen zamana. Yetişeceksin acı çeken çocukluğunun boy atışına. Kolay olmayacak hızlanmak kan toplayan adımlarla. Bulut değil artık ayağının altındaki toprak. Bu yüzden dayan, yoksa: çekilmez bunca yük, gidilmez bunca yol batı kapısından çıkarken kaçarak. Biraz daha, az kaldı. Yetişeceksin geçen zamana.

20 Ağustos 2018 Pazartesi

karalama: bataklık mektubu

imge
        çılgınlıktır.

I.
kafes içinde yürüyorum hep
sadece benim mi başımın üstünde mutsuz yağmurlar?
sen yine de beni o köprünün üstünde hatırla
rüzgar ıslığının arasında duy sıcaklığımı,
yoksa anlamı kalmaz ağlatamam seni usulca

II.
beni boyumu aşan dalgalara attın
yaşamak dedin: inancın olduğu kadar yükündür sırtında

inanmıştım göreceğime aydan doğmuş gibi,
bembeyaz çukurlarıyla yüzünün
zamanın ötesinden gelip duracağına

şimdi bundan,
sırtımda yüküm
yüzün.

III.
güneşi batırmakla bitmiyormuş meğer, ölüm varsa yakanda
kaçamıyorsun aslından, özünden
çakılı kalıyor mıh gibi gözlerin boşluğa
boşluktan geleni göreceğim diye,
boşluğa gideceğim, boşluğun arasından
boşluklar kadar ağır işte
batırdın iğneyi
yaşamın zayıflığına.

IV.
isimler
isimler koptu bir bir

adını kaybettim, ve her şeyin adıydı kaybolan.
yeniden doğmuş gibi baktım dünyaya: nerenin cehennemiydi burası?
anlamını kaybetti kulağımda duyumlar sonrası

uzaklaştım, adım adım dışına doğru bir şarkıyla
ıslık tutturmuşum dilimde, ıslık denmemeli.
geç kalmışım, geç denmemeli.

V.
şimdi bütün aşklar,
                              şimşekler beni uykumdan uyandıran
asa, kızıl denizi ikiye yaran
ilahi bir ışık fotoğrafa giren
bütün sevgililer yan yana yatan mezarlarında
:adın.

VI.
hatırlamak, içinde bulduğun külleri üflemek/miş
külüm yoktu benim,
küldüm zaten yoktu içimde bana ait
kan üfledim
k a n kokusu duydum zamanda beni korkutan
inan bana artık dönüşü yok çembersel sesinin
duyumu aldıktan sonra.

VII.
gidiyoruz iki sıra duvardan geçip
köklendi zaman olduğu yerde
sıçradı yerinden güneş
ben adına uygun dünya icat edeyim
sen eşyalarını topla
yağmurunu getir ve kesilmiş uykumu
bir bıçakla zarfın ortasından
geçen gece şeridinde.

VIII.
aşağıdan bir ses:
tanrının yükselttiğini
                                 ben düşüreceğim

IX.
gökleri saran, ağaçtı
yerden, topraktan
çıkan, uzayan.

X.
neydi yaşanmamışlığı
zor eden yaşama?

döşemelerin arasından
çatlaklardan sızan
boğazımda
yalnız odada
kemiklerimden geçen
olduğun yerlerin 
boşluğu
değil
miydi
beni boğan?

XI.
istila ediyor beni gece
en ince anımı yakalayıp
yakmaya başlıyor
parmaklarımdan başlayıp
ve biteceği yok görünürde

XII.
gözlerimden çıkıyorsun
ellerimden taşıp 
dağılıyorsun sokağa
bunun da b i t e c e ğ i  y o k görünürde

XIII.
yaşamak sancısına
tutunan bir uçurum
yakarışı:
-düşürme beni
daha derinine
korkuyorum
karanlıktan ve
unu
tul
mak
tan-

XIV.
bütün sıkıntılarımı kurutuyorum
yazarak bunları
isterim ki
uyanın: dünya denilen kabustan

uyanığım ben hiç olmadığım kadar
benim hikayem başka
yazgım başka bu ağaçların altında:
titreyen ellerden, ipte sallanan yüzlerden başka.
ışıldayan gülüşlerinden güzellerin
üstünden geçen yollardan dağların
başka.

XV.
ben atladım o ateşe
peygamber değilim ayrıca
dönüşmeyeceğini bile bile çiçeğe
ve bekledim dönüşmesini yine.

XVI.
yoktu sonra, gülün dikensiz
kaldığı. sevemedim burayı bundan.

bu dünyaya hiç de inanmamıştım oysa

yine de bana kalan,
giderken bozuk bahçelerinden dünyanın
göğsümdeki görünmez taştır sadece.

XVII.
içimde güvelenen:
biliyor oluşum başından beri
sonunun böyle olacağını

gerileceğimi çarmıha
atlayacağımı yangına.

XVIII.
tanrı da değil beni kurtaracak olan,
güzel çiçek de. bırak elindeki solgun 
bulutu ve sözlerimi dinlet herkese:

sevgilimi öldürsün elinde olan
yağmurlar yağsın üstümüze
temizlensin: kiri dünyanın yüzümden
-ki bakabilsin kayıtsızca gözlerime

19 Ağustos 2018 Pazar

karalama: gündüz vakti rüyaları




Başlasın cadı avı, yükümü biliyorum ben. Yok içimde biraz bile kaygı, caddeden aşağı koşuyorum delice. 
Güneş ışırken sarsılan dağların ardından: Kabul et beni ey verimsiz, kahverengi kızıllığında toprak! Gidecek yerim yok, yaşayacak yazgım yok inanmadan. Ve son isteğim gelmeyecekse yerine kuşlar ekeceğim toprağına göçmek için, yakacağım veya büsbütün gündoğumlarını. 

Çarpışmaktan kılıçlar yoruldu, ve dönerek düşen çimen yapraklarında, yabancı bir ışık var geceden korkutucu. Bir mesaj bu senden bana: "Bana inan, bana tap. Bu zehri al, bu zehri tat. Yaşamak diyecekler, aklından at. Can sıkıntısından başka bir şey değil o, veya bir buhran ancak!"

Ninni diyeyim adına, uyutacağım o zaman yüzleri, bataklığa saplanmış yerine varmayan mektupları uyutacağım. İzlerin var fakat neredesin, dünyanın diğer ucunda onbir ay zaman geçirdin görmeyeli. Bir ağacın gölgesinde serinledin, dindirdin içindeki hırçın simsarı belki. Yürüdüm, buraya getirdi beni yazgım. Ondan diyorum yaşayacak yazgım yok, göçmekten başka dünyadan. Dokunmuyor artık ruhuma bir göz, bir bakış. Görmüyor artık gözlerim. Ve biliyorum yan pencereden bakınca her şey daha güzel, benim yaşamım bile daha az ürkünç aynalarla kaplayınca etrafını. Buradaki insanlardan farklı dilim, bu dilin karşılığı yok budamadan hiçbir düşünceyi. Anlatmıyorum o sebeple, söyleyemiyorum kesmeden kafamın içindeki ormanı, ya da kırmadan dalları. Yazıyorum bu dizeleri fakat eksik, her seferinde biraz daha buruk bir ezgiye dönüşüyor sesi yazarken kalemin. Ama yine de toplayıncaya bütün parçaları, bir tam etmiyor dahası, eksiklik büyüyor, büyüyor...

Yırtarcasına tuttuğum fikirleri, sakince işliyorum. Burası binaların homurtularından öte değil. Burası kalkamayacak altından gürültülerin. Burası, hırıltıları sarhoş budalanın. Yine de, bunca gürültüye rağmen, inat et, fısılda gecenin giriş kapısına. Anlat bütün bildiğini: 

zamandı:
eskiyen,
yabancılaşan
nefretin

saklı bahçeleri 
arasından
gözlerimin
seçtiği 
düşman:
z a m a n d ı 
beni uykumd
an uyandıran.

13 Ağustos 2018 Pazartesi

ikiye bölünmüş bulut/3


Ne bir kıpırtı, ne bir ürperti

Sade tenhalık.

Bir ton açığı var yüzlerinde, ölümün


Camdan yansıyor bulutlar

hiçbir zaman yolculuğa çıkmayacak bir geminin 
dümeninde. 
Her şeyin önünde bekledim böylece,
her şey önümden geçti:
Ne kadar su taşıdıysa ırmak,
Nereye gittiyse uyandıran şimşek,
Nasıl battıysa içine renklerin demir örgü
gördüm hepsini gözümü kırpmadan.

Sonra katları arasından yumuşak geçişle dünyanın,

yüzünü hatırlamaya koyuldum: "yıldızlar gibi aklına gelir, oradadır,
                                                    bilirsin ama, göremezsin. bu korkunç ışıkta."

Koştum, elimdeki bıçakla gece zifirinde
yakaladım, ve devirdim kaçan gülü.
Takındım hüznün taç yapraklarını,
İplerin halatların düğümü var boğazımda
arkasında şato, camın içinde.
Topluyor kanatlarını, saklıyor pençelerini

Kan rengi bir yüze selam vereceğim
penceremden giderken.
Sonsuz uykuya dalacağım
değdiğiniz topraktan yüksekte
beyaz hamakta.

Biliyorum mahşerde
bir büyük kavga çıkaracağım
Değsin diye makasım kanatlarınıza!

kağıttan ay/2


Kalabalıklarda yürüyordun
ve böyle kalabalıklardan sıyrılıp kendin oluyordun

Olağan duruşlu griliğin arasından
ilahi bir ışıktı saçtığın.

Çit çekilmiş duygulara,
işlenmiş perdelerin arasından,
güneşin yükselmesinden önceydi
bir şehir sana yüz tutmuş, görüyordum:
Karartılar yürüyordu
beyazlığın üstünde
tırpanlanmış derime
tuz taşıyordu.
Yağmalanmış insan akını, boğulmuş
geçmişimi burada bırakacağım,
taşıması zor.
Rüzgarla, saçılan yapraklarla
balıkçı ağına takıldı ellerim,
gitmemek için dövüşen bir hayvan
vardı içimde.

Dövüşüyordu yıldızların altında
beş yıldız öldü, derinime sakladım.
Kalabalıklar arasına almadı, olsun!
Onlar yürürken, aralarında
dans etmeye niyetim yoktu.

Ayın en sivri çıkıntısıyla,
delik oydum karnıma.

Doldur içimdeki boşluğa evreni
gidiyoruz
buradan,
görünmeyecek beklediğim rüya.

mavi takım elbiseli balon/1


Perilerin ve meleklerin arasındayım.
Bir renk göreceğim önce, sonra biraz kırgın
üç dilde anlatamayan kendini 
yanık boynuyla karşısındakine

Soyluluğu katıldı yolculuğuma
yanında yürüdüğüm devlerin.
Beyazlı ve siyahlı atlar koştu sonra,
eskimiş bir boya gibi durdum duvarda.
İnanmıyordum çünkü karanlıkların sonundaki 
o ışığa.

İleri ve geri süzülüyorum bu çoğunluğun içinden 
Örgüler çekiyorum aynı kayıtsızlıkla
Dik vadi dizeceğim, öngörüm buydu dünyanın hakkında:
-parıltılı ruhun çökmüş arazisinin üstüne,
kurumuş nehrin yontulmuş taşlarına.-

Durağındayım her şeyin,
Gezdim artık, her yerde izim
Her şey gaz ve tozdu en başında
zaten başlarken de vardı bu karmaşa

31 Temmuz 2018 Salı

Toprağa Ağıt



Fırtına korkusuyla yüzdüm nehirlerde
yine de bir rüzgara ihtiyacım vardı beni çıkarması için
bu bulantılı sudan dışarı. 
Akıp giden şeylerin kenarında dururdum böylece
zamanın, günlerin, bakışların... 
Farkına varırdım göremediğim şeylerin 
Seslerine gece boyu böceklerin, 
ışığına belki de.

Özlemini çekiyordum belime bir halatla bağlanan, 
Yürüyemediğim yolların, kendimi gördüğüm yabancının
İnan toprağı taşıyorum artık içimde, böyle hatırlıyorum:
Susuz, sesi çatallı, tozlu. Ellerimdeydi oysa en yeşil zamanlarından beri

İnan toprağa taşıyorum artık, öyle sesleniyorum:
Yüzbin dişli, bir boyun, iki de ayak.
Kement vurulmuş gezintide sığ denizlerde
Akıp giden şeylerin içindeyim. 
Bilinmez dünyalara götürüyordu beni
elimdeki yüzbin dişli gibi tehditkar bir hisle

Toprak diyordum, içimden. Tekrar ve tekrar:
Toprak! Beni çekip çıkarırsa o çıkarır, ayıltır bu kabustan
Kuşların gagasının, ağaçların dikenlerinin arasına bırakır.

Korkuyorum kaçıp gidecek, yalnız kalacağım burada.
Çıktığında dehlizinden, bittiğinde gezisi bir bedenden diğerine.
Tamam diyecek bir gün, yeterince gördüm. 
Bırak gideyim yüzbin dişimle, korkunç bakışlarımla, geçmişe bağımla
Yoksa hırsla kanatacağım içini!

Toprağımı verin şimdi, onu da tadacağım ve sana vereceğim bu sözü:
Sakince tükenen arzular, hırsla bitenlerden daha kötü!
Ah sen de gidersen, yüzbindişin de olsa
                                 korkutucu da olsa bakışların
                                 bağlı da olsan zincirlerle geçmişe
Kim kalırdı anlatacak bunları başkasına:
Benim denizimde, toprağa hasret yaşamımı. Kim anlardı senden başka?

Neresi mi bu yer? 
İm
bat 
De
ni
zi'nde 
bir 
yer
dipsiz.

Görünür kılacağım hırçın dalgaları üstüme gelen
Çarpmasınlar habersiz, görünür kılacağım sesini de 
İnan duymak zor olmayacak artık bir kedinin kalbini 
Görmek zor olmayacak ayak seslerini
Denizci olacağım çözeceğim bu düğümü,
Sonra diyeceğim ki "Anne bak, ellerimi çözdüm!
İki yana açıp koşuyorum üstüne ölümün!"
Yüzdüm her bir karışını, ve öğrendim:
İçimizdedir o yolun sonu, eğer hiç çıkılmamışsa,
Hiç kalkışan olmamışsa, kan korkusuyla dikene basmaya.
Oysa ağlarım, karanlığından korkutuğum bir gecede 
seni bulduğum zamanı hatırlayıp.
Bundan yangısını hissederek ayak basarım kora, 
Çekinmeden, hissederim bütün benliğimle
Kaçırmamak için hiçbir toz zerresini elimden
Sana dair kaçırdığım her ışığın hatırına. 

Evet, anıyı hatırlamak zaman okyanusunda 
ve etrafında dönmeyi ben seçtim.
Çünkü kıyısından döndüm her şeyin
Sonunda atlayacak cesareti buldum!

Özlemime aldanma: Sıkılmıştım anlamsız yürüyüşlerden, bakır rengine dönmesinden göğün, ve her gece sabaha doğru kanat çırpmaktan. Anlayacağın bir pencere çiziyordum kendime, avutabilmek için yine kendimi griliğin ortasında, bir renk ararken. Ve kayan yıldızların arasında, biliyordum kurulabilecek en doğru cümleyi geçmişin okyanusundaki deniz kızına: Aydınlığa açılmış bir penceresin geceden!

Şimdi ses çıkarma sonsuz sularda
Bu yalnızlık değil, toprak da tanımaz artık beni
akıp giden zaman da.

Bana öyle geliyor ki kimse bilmeyecek yaşadığımı senden başka

Çünkü öyle derinlerdeyim ki ışık geçirmiyor, 
suların kasvetine sarıldım çıplak elle, göğsümle sarıldım.
İyilik istedim, gece inmeden kapanmasın hiçbir ışık
Gemileri çektim, balıkları, yosunları ve dişlerini batıranları
Fark ettim ki daha da yalnızım.

Tahtalara bastım önce, sonra çelikler ve demirlerde tek ayağımla yürüdüm
Diş izleri vardı, gök gürültüsü, toprak kokusu, kış uykusu.
Geri mi dönmeliydim, kirlenmemiş sulara, söylenmemiş sözcüklere
Geri mi dönmeliydim sana, kendimi bırakıp öylece?

Arayışımın sonunda, şu durgun su, şu yüzbin dişli, 

dünyanın dışında bir anlam vaat etmişti bana.
Kimse dokunulmamış sözcük bulamayacak bir daha
Fark etmeyecek okyanusun kalbi olduğunu 
Göremeyecek suların avucunda olduğuna

Yine de ileri mi gitmeliydim, toprağa doğru,
Topraklara gidip, çıkıp zamanın sularından, 
ne yapacaktım?
Yine dalgın dalgın yürüyecektim, boğulacaktım belki 
Ama koskoca okyanus diyecekler, toprağa bakıp iç geçirecekler:
Başka yerdeki balığın nasıl haberi olsun?

Yıllarca aradığım saf arzu, sonunda beni bulmuştu:

Solmayan yıldız olurum görebilmen için
Razıyım her gece bunun için yanmaya.
Yanabilmek için, okyanustan çıkmalıydım ilk fırsatta.
Bundan içimdeki toprak özlemi, yanmaya olan bağımdan
Kan istiyordum çünkü kanla bağlıyım buna. 
Yüzbin dişimle, tırnağımla.

Kaçar gibi ayinin sonundan 
İyiyi istemiyordum ben, dilek hakkım yoktu bundan 
Atladım, atladım, zamanların üzerinden. 
Güneşin yarısını, Ayın yarısına benzettim
Artık erken veya geç olması imkansız
Hem sudaydım hem toprakta
Hem geçmişte hem gelecekte
Hem canlıydım hem de ölü. 

Yanan bir yıldız nasılsa, öyleydim 
yanında.