31 Temmuz 2018 Salı

Toprağa Ağıt



Fırtına korkusuyla yüzdüm nehirlerde
yine de bir rüzgara ihtiyacım vardı beni çıkarması için
bu bulantılı sudan dışarı. 
Akıp giden şeylerin kenarında dururdum böylece
zamanın, günlerin, bakışların... 
Farkına varırdım göremediğim şeylerin 
Seslerine gece boyu böceklerin, 
ışığına belki de.

Özlemini çekiyordum belime bir halatla bağlanan, 
Yürüyemediğim yolların, kendimi gördüğüm yabancının
İnan toprağı taşıyorum artık içimde, böyle hatırlıyorum:
Susuz, sesi çatallı, tozlu. Ellerimdeydi oysa en yeşil zamanlarından beri

İnan toprağa taşıyorum artık, öyle sesleniyorum:
Yüzbin dişli, bir boyun, iki de ayak.
Kement vurulmuş gezintide sığ denizlerde
Akıp giden şeylerin içindeyim. 
Bilinmez dünyalara götürüyordu beni
elimdeki yüzbin dişli gibi tehditkar bir hisle

Toprak diyordum, içimden. Tekrar ve tekrar:
Toprak! Beni çekip çıkarırsa o çıkarır, ayıltır bu kabustan
Kuşların gagasının, ağaçların dikenlerinin arasına bırakır.

Korkuyorum kaçıp gidecek, yalnız kalacağım burada.
Çıktığında dehlizinden, bittiğinde gezisi bir bedenden diğerine.
Tamam diyecek bir gün, yeterince gördüm. 
Bırak gideyim yüzbin dişimle, korkunç bakışlarımla, geçmişe bağımla
Yoksa hırsla kanatacağım içini!

Toprağımı verin şimdi, onu da tadacağım ve sana vereceğim bu sözü:
Sakince tükenen arzular, hırsla bitenlerden daha kötü!
Ah sen de gidersen, yüzbindişin de olsa
                                 korkutucu da olsa bakışların
                                 bağlı da olsan zincirlerle geçmişe
Kim kalırdı anlatacak bunları başkasına:
Benim denizimde, toprağa hasret yaşamımı. Kim anlardı senden başka?

Neresi mi bu yer? 
İm
bat 
De
ni
zi'nde 
bir 
yer
dipsiz.

Görünür kılacağım hırçın dalgaları üstüme gelen
Çarpmasınlar habersiz, görünür kılacağım sesini de 
İnan duymak zor olmayacak artık bir kedinin kalbini 
Görmek zor olmayacak ayak seslerini
Denizci olacağım çözeceğim bu düğümü,
Sonra diyeceğim ki "Anne bak, ellerimi çözdüm!
İki yana açıp koşuyorum üstüne ölümün!"
Yüzdüm her bir karışını, ve öğrendim:
İçimizdedir o yolun sonu, eğer hiç çıkılmamışsa,
Hiç kalkışan olmamışsa, kan korkusuyla dikene basmaya.
Oysa ağlarım, karanlığından korkutuğum bir gecede 
seni bulduğum zamanı hatırlayıp.
Bundan yangısını hissederek ayak basarım kora, 
Çekinmeden, hissederim bütün benliğimle
Kaçırmamak için hiçbir toz zerresini elimden
Sana dair kaçırdığım her ışığın hatırına. 

Evet, anıyı hatırlamak zaman okyanusunda 
ve etrafında dönmeyi ben seçtim.
Çünkü kıyısından döndüm her şeyin
Sonunda atlayacak cesareti buldum!

Özlemime aldanma: Sıkılmıştım anlamsız yürüyüşlerden, bakır rengine dönmesinden göğün, ve her gece sabaha doğru kanat çırpmaktan. Anlayacağın bir pencere çiziyordum kendime, avutabilmek için yine kendimi griliğin ortasında, bir renk ararken. Ve kayan yıldızların arasında, biliyordum kurulabilecek en doğru cümleyi geçmişin okyanusundaki deniz kızına: Aydınlığa açılmış bir penceresin geceden!

Şimdi ses çıkarma sonsuz sularda
Bu yalnızlık değil, toprak da tanımaz artık beni
akıp giden zaman da.

Bana öyle geliyor ki kimse bilmeyecek yaşadığımı senden başka

Çünkü öyle derinlerdeyim ki ışık geçirmiyor, 
suların kasvetine sarıldım çıplak elle, göğsümle sarıldım.
İyilik istedim, gece inmeden kapanmasın hiçbir ışık
Gemileri çektim, balıkları, yosunları ve dişlerini batıranları
Fark ettim ki daha da yalnızım.

Tahtalara bastım önce, sonra çelikler ve demirlerde tek ayağımla yürüdüm
Diş izleri vardı, gök gürültüsü, toprak kokusu, kış uykusu.
Geri mi dönmeliydim, kirlenmemiş sulara, söylenmemiş sözcüklere
Geri mi dönmeliydim sana, kendimi bırakıp öylece?

Arayışımın sonunda, şu durgun su, şu yüzbin dişli, 

dünyanın dışında bir anlam vaat etmişti bana.
Kimse dokunulmamış sözcük bulamayacak bir daha
Fark etmeyecek okyanusun kalbi olduğunu 
Göremeyecek suların avucunda olduğuna

Yine de ileri mi gitmeliydim, toprağa doğru,
Topraklara gidip, çıkıp zamanın sularından, 
ne yapacaktım?
Yine dalgın dalgın yürüyecektim, boğulacaktım belki 
Ama koskoca okyanus diyecekler, toprağa bakıp iç geçirecekler:
Başka yerdeki balığın nasıl haberi olsun?

Yıllarca aradığım saf arzu, sonunda beni bulmuştu:

Solmayan yıldız olurum görebilmen için
Razıyım her gece bunun için yanmaya.
Yanabilmek için, okyanustan çıkmalıydım ilk fırsatta.
Bundan içimdeki toprak özlemi, yanmaya olan bağımdan
Kan istiyordum çünkü kanla bağlıyım buna. 
Yüzbin dişimle, tırnağımla.

Kaçar gibi ayinin sonundan 
İyiyi istemiyordum ben, dilek hakkım yoktu bundan 
Atladım, atladım, zamanların üzerinden. 
Güneşin yarısını, Ayın yarısına benzettim
Artık erken veya geç olması imkansız
Hem sudaydım hem toprakta
Hem geçmişte hem gelecekte
Hem canlıydım hem de ölü. 

Yanan bir yıldız nasılsa, öyleydim 
yanında.

29 Temmuz 2018 Pazar

131. düşünce/siz

Kan rengiydi gözlerimden akan
Bütün vücudum boydan boya
yırtılmış göğe benzer dökülüyordu

Kilometrelerce yıkıldı düş-evim
ve kilometrelerce ötede yankılandı
talihsiz gülüşüm, yazgıma.

En temiz gömleğimi giydim bugün
Ve dün gibi aklımda
beyaz gömleğin içinde
k a n  lekesi gibiydim.

28 Temmuz 2018 Cumartesi

beden-düşevurum

Bir münzevi anlatısı bu
Bir yabancı el tarafından yazılmış

-içinde olmayan hiçbir şeyin 
sancısını yaşamazsın.-

Yağmur gibi omuzlarıma dökülen gece. Pencerelerinde herkes, bir saçak bulmuşlar süzülen bulutların altında. İzlenimlerini fısıldıyorlar kulaktan kulağa, bilinmeyen dilden yazgımı anlatır gibi. Yağmur gibi omuzlarıma dökülen gece ve sırtımdaki eğiklik, tabii ki taşıyabilmek için hakkını vererek bu kıvranan bedeni. 


Hafif çalan müziğin etrafında dans edercesine, 

neredeyse açılmış yaprakları, yabani otlarla bezeli bahçede 
Hazır olsun kırgın miğferleriniz, 
meyve 
—vermek 
üzere 
—bu hüzün!

Bu gece, bu orman, bu ev, bu düşevurum

Sıkışıklığı saymazsak tavan arasındaki, 
Bu beden en dolu, taşıması en güç.
Bu yüzden kustuğum kanı yutamam geri.

Dağıtabilseydim üzerinden bu garip, sisli havayı evimin. Dağıtabilseydim, kalkabilseydim altından, 

tuzaklarından dünyada yürümenin: Aklımdaki her şeyin adına, yangın derdim.


Yatağımın altından kazıdığım düşleri bir defada yazacağım şimdi: 
"Sirkte iki adam, ipteki,
Biri bir yandan, biri bir yandan
İllaki düşmeli biri, tamamla-
sı gerekiyorsa yolu diğerinin."

Zar zor tepeleri aşarken, uzaktan gördüğüm: buz bürümüş etrafını evimin. E
llerimin, veya ayaklarımın 

ne denli düşman olduğunu anlatsam 
bana, inanır mıydınız?

Kıpkırmızı gündü uyandığım fırtına ertesi.

Bir boğazı kavramış öldüresiye, sabahtı. 
Kırmızıydı, sıcaktı, canlı mıydı? Ellerim, boğazımdaydı.
Olmayan insanların, olmayan kuşların kulağımda sesi
Burası ne benim, ne de ellerim bana tanıdık
Yanan gözlerim mi beni yanıltıyordu?
İncecik gün ışığı, dans ettiriyordu s ö n m e k t e o l a n ı.
Gerçek buydu: Benim ellerim, 
hiçbir zaman gerçeği taşıyamayacaktı.

Peki ya ayaklarım? Beni sallantılı, kalabalık köşeye bıraktı. Kimdi bunlar ve neden mutsuzluğun simgesiydi her biri? Yüzlerinde binbir hayvan maskeli. 

Yabancıydım çünkü yüzyıllardır biliyorum.
                        çünkü yüzyıllardır ateşi bilen suya sığındı.
                        çünkü yüzyıllardır suda boğulmayan ateşte öldü.

Kendi hayatımı yabancı bir taş gibi yonttum
Bu yüzden hep dedim ki;
Yol kesecekler, pusacaklar, yıkacaklar, rol kesecekler
Ama bu devrik cümlelerin altındaki, 
insan iskeletini görmeyecekler.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

chosniel


Kabuğuma çekileceğim günü bekliyordu sönmek için, yıldızlar. Ve nihayet çekildim.
Kırılacak gibi bu kitin kaplı, iğrenç kokulu. Sanki dayanamayacak daha fazlasına.

Daha durgunum artık, daha cansız, yüzümü okşayan rüzgar yok
Ayaklarımda sınırı belirsiz ağırlık, oturduğum yer beni içine çeker gibi
Güzel olma kaygısından uzak, rastgele bir sesle anlatacağım
Yeterince vurdum kendimi yerden yere, yeterince kırdım dişlerimi
Dinleyin, yüz umursamaz ağızdan bu sözlerim
ama yine de yangın çıkaracak hiçbir şey yok bildiğim!

Düşüncelerim kaybolmuş yitik zamanın birinde, savaşmakta geçmişiyle.

Ben varım bütün kayıtsızlığımla ve tuvallerden düşen mutsuz, 
kemiksi insanlar; çatırdayıp yok oluyorlar. 
Ben varım ve bin yıllık baykuş; kaçar bir manevrayla konuyor
kağıdın üstüne. 
Ben varım, uyumsuz bir renk gibi: Heyecanla doğan bir yıldızın 
umursamaz ışığını taşıyorum hâlâ.
Fakat içimdeki çocuğun yerinde bir yarasa,
geçmişi durmadan hatırlatıp, gülüyor yüzüme seyrek dişleriyle.
Nereden baksan bin yıllık, kırıyor göğsümdeki kafesi.
Ne zaman kalabalık bir yerden geçecek olsam, 
diken üstünde sanki: Yarasa öyle korkulu, öyle tedirgin ki!
Sevmiyor olsa gerek yalanları, içini göremiyor ya en saydamların. 

Sesime bir kemanı alıp sesleniyorum size,
şarkılar eşliğinde öğütler dizmeyin bana, gözü pek masallar anlatmayın.
İnanmam, i n a n a m a m artık. Burayı gördüm:
                                                   Bakır rengi kalbiniz, oysa paslanmış.
                                                   Bembeyaz yüzleriniz, oysa taşlaşmış.

Kendi mezarınızı kendi vücudunuza gömün.

Gölgelerden çıkın artık, çukurunuza doğru gidin. Çıkarın maskelerinizi.
İzleyecek bir şey kalmadı, sonuna geliyorum bu düşün. 
Kırılacak bu kabuk, az kaldı.
Kaçmaya niyetim yok, gücüm de yok yeni bir yolcuğa. 
Kimin zamanı varsa veda etsin, kimin korkusu yoksa ateşe batırsın ellerini
ve yollara düşsün. Sızı gerek çünkü hatırlamak için yolun başını,
ve unutmamak için sonunda nereden geldiğini.

Yine de değişik bir tadı vardı her şeyin: Bayat ama zamana karşı alaycı.
Heyecanla doğan bir yıldız öğretmişti, 
Sonsuzluğu istiyorsan, yalnız da parlayabilmeli

Bir anda ışık patladı sanki, bir yıldız öldü genç yaşında
Binlerce çekirge saldırmaya başladı başıma doğru, 
Can çekişmeye başladım. Ve kabuk kırıldı binlerce çatırtıyla.
Tanımadığım dünyaya gelmiştim bir daha. Tanıyamıyordum kendimi bile, 
Uyanmıştım ve yeniden başlamıştı can sıkıcı senfoni

Kin kusabilirdim veya tehdit edebilir. Fakat geçen ve yok olan umudumu getiremez hiçbir güzel söz, hiçbir intikam.

Şimdi yüz umursamaz ağzımla susuyorum. Burası böyleyse eğer,

Çıkmayacaksa gölgelerden, gitmeyecekse iyiye insanlar, 
günyüzü görmeyecekse saklı gerçekler, boğulacaksa sığ sularda,
gitmem gerekiyor dünyanın arka kapısından.


Yok olsun bir kıvılcımla ormanlarınız, yıkılsın dayandığınız ağaçlar.

Heyecanla doğan yıldızın 
ölümlü ışığı gibi-
sönsün.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

clamor



"kaldı ki ben size fazlasını vaat etmedim, 
Dünyaya geleceksiniz dedim."

1.
Önden buyur edin en bilgenizi
Muhattabım odur ve konuşacağım.

Dokumacı kuşları rahatsız etmeyecek sesim korkmayın
Kaçırmayacak hiçbirini daha uzaklara karıncaların
Doğaya aidim ben, bozan değilim hiçbir zaman
sizin gibi, kabul ettirmeye de çalışmam!

2.
Yaşamın dışında kalan bir arzuyum ben, 
Yönüm baş aşağı ve hamurumda var ölüm.

Dökülen yapraklar, dökülen su
İçimden çıkan yazgı, 
Bir dağ gibiyim ve aynı zamanda bir dağdan farklı
İncecik bir bulutu gezdiriyorum başımın üstünde
Uyan Bilgelerin Bilgesi, şimdi en kötü duyguların hasat zamanı!

Düş sessizliğinde,
Gölgeler görüyorum geceleri can çekişen 
İliklerinde ağlama arzusu gezinen gölgeler
Perişanım ve tanıklık ediyorum;

Dileklerini söyle bana
Sonra benimle birlikte dal derine!

Dünyanın yorgunluğu mu sırtındaki?
Ölgün sular mı yüzdüğün?
Ölüm müydü korkun?

Hayır, hayır,
Sizin eseriniz o lağvedilen duygular, dans ettiği için içinizde.
Sizin eseriniz o terkedilmiş ışıklar, iyi olanı gösterdi diye.

Korkunuz bu, tehlikeniz, kapanınız.
Yeni bir ışıkta görüyorum sizi, 
Kötüğün, çürüklüğün kokusunda hissediyorum. 

Dünyaya geldiği için yüreğinde bir acı hissediyor insan,
sadece tanık olduğu için bile.

Evimin çatısında bekliyor o, ve peşimden gelmeyeceğini bile bile kaçıyorum. 
Biliyordum: gelecek ama bir gün arkamdan 
çünkü ağzına kan değmiş bir kurttu o, pencerede bekleyen.
Uçuşan perdelerimi bile ben sanıp kemirirdi
Benimle büyüdü ama aynı zamanda büyütürken öldürdü.
Dehşet verici bir huzursuzluktu 
içimde, bana ait.

Dünyada olmak böyle bir duyguydu.

3.
Korkmalı mıydım aynaya baktığımda göremediğimden?
Kanatlarım kapalı, kıyısında bekliyorum düşüşün 
Işıktan yansımıyorum bile, kırmıyorum çünkü onu.
Son sözlerimi diziyorum ipe dizer gibi 
en derinimden çıkardığım incileri.

Siz bakın etrafınıza
Bana yabancı diyorsunuz, yabani diyorsunuz
Geldiğin yere git, yeraltına dön diyorsunuz ama
Siz, birbirinizi öldürmeden 
üzülemiyorsunuz bile birbiriniz için.

Ben ise şimdi kestiremiyorum 
Kim konuşuyor, kimin elinde sesim
Bedenim, ölgün ruhum
Bir kişi değilim biliyorum, kaç kişiyim.
Ağzı köpürmüş bir canavarım gözünüzde
Gözlerinden ateş fışkıran bir cani

Oysa ışığı bile kırmadım, gözünüze görünmek umurumda değil çünkü.

Susuyorsun ey Bilgelerin Bilgesi,
çünkü kendimi kırıyorum burada başkasını değil
Susuyorsun çünkü sana dokunmadım sanıyorsun!

Geriye dönmeliyim, ilk yanlışa, bir daha tekrarlanmasın diye.
Dünyaya geldiğim zamana dönmeli ve utanmalıyım buradan.

Fakat saklamayacağım şaşkınlığımı o gün,
Ben bu yorgun adımlarımla yürürken geçmişe doğru, yeraltındaki mağarama doğru,
Depremler olduğunu unutmayacağım
Ay ve güneş sarsıldığında, yeryüzüne düştüğünde yıldızlar
Benim topladığımı, sizinse korkuyla kaçıştığınızı unutmayacağım.

Bunun için ölümü övüyorum kendime,
yaşamayı ise size bırakıyorum.