dünyanın diğer ucuna gitmek isterken
güneşin geç doğduğu bu şehirde
mumla aramaya çıktım
gün doğmadan yollara düşenleri
yüzümdeki bu umut, bu sevgi
bu devran değilse sırtımdaki kamburun sebebi
tütün basılmış bir yaradan fazlası değilim
üç kere kar yağdıysa bu dağların eteklerine
üç kere beyaza çaldı ellerim
beklenmedik şeyler olsun diye durup beklediğim günlerde
sürüsünü kaybetti bir kuş
ya da kervanını bir bedevi
öyle karanlık gecelerde
misal katran siyahı, misal zifiri
mumla aradım seni
pamuk toplayan çocukları gördüysem
yol kenarında açan çiçeğe dönüp baktıysam
pamuk toplamış kadar yoruldum
dünyaya karşı öyle eğreti durdum
dünyaya karşı öyle eğreti durdum
dedim ben bu kadar tozun toprağın içinde bir ıtırşahi bulduysam
şikayet etmem tozdan topraktan
sana gelinmezdi zaten çiçekli yollardan
güneşe doğru yol alan bir at şaha kalktığında
akşam çocuklar eve yalın ayak döndüğünde
kırk kere kar yağmıştır gönlümün bahçesine
dünya denilen bu cehennem ağırlığınca yüklendiğinde sırtıma
gülüşlerim yüzümde soldu
gülüşlerim yüzümde soldu
kaç bahar gördüm çiçek açmadı
misal karanfil, misal ıtırşahi
hâlâ varsa içinde adın geçen bir mevsim
bana rastlamadan geçti
bir fotoğraf çıktığında cebimden
dünya kalabalığının arasında kulağıma kar suyu gibi çalındığında sesin
mevsiminden önce açan çiçekler gibi yalnız kaldım
başımı kaldırıp göğe baktığımda
bir kuş düştü incecik, kanatları tüy
bunca hengamenin içinde durup sana baktım
dört yanım kurt ini, dört yanım kar altı
dedim yaşamak hırka değil
çıkarıp yerine asamadım
yenişemeyen iki geyiğin yorgunluğuydu üzerimdeki
oturup dağlarındaki karın erimesini bekledim
içimde bu küllenmiş ateş, sırtımda ağırlığınca dünya
her hazan'da solmaktan yorulmuştur şimdi bir karanfil
allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez dediler
inandım.
başkalarından duyduğum sözlerle yürüdüm dünyada
yavaş yavaş ve seyrek adımlarımla
bu dünyada bir kan lekesi gibi kaldım
ne zaman kan kaybından ölen bir kurbağa gördüysem
kaçıp can havliyle sana sarıldım
dedim düştüğüm bu kuyuya
yusuf da düştü zamanında
üçer beşer yüzün geçti aklımdan
misal sabahleyin, misal gün ortasında
dedim allah'ım al bu ateşi gönlümden
ben ibrâhim değilim
yusuf değilim çıkar bu kuyudan
dedim ve sürdüm atlarımı güneşe
sırtımda dünya yüküyle eğilip su içtiğim
yüzünü gördüğüm bu kar suyuydu
dedim bu baharatları, haşhaşı
yüzünü gördüğümde ıhlamuru
bunca hengamenin içinde durup sana bakışımı
dünyevî harflerle anlatamadım
hâlâ varsa içinde adın geçen bir mevsim
bana rastlamadan geçti
bir fotoğraf çıktığında cebimden
dünya kalabalığının arasında kulağıma kar suyu gibi çalındığında sesin
mevsiminden önce açan çiçekler gibi yalnız kaldım
başımı kaldırıp göğe baktığımda
bir kuş düştü incecik, kanatları tüy
bunca hengamenin içinde durup sana baktım
dört yanım kurt ini, dört yanım kar altı
dedim yaşamak hırka değil
çıkarıp yerine asamadım
yenişemeyen iki geyiğin yorgunluğuydu üzerimdeki
oturup dağlarındaki karın erimesini bekledim
içimde bu küllenmiş ateş, sırtımda ağırlığınca dünya
her hazan'da solmaktan yorulmuştur şimdi bir karanfil
allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez dediler
inandım.
başkalarından duyduğum sözlerle yürüdüm dünyada
yavaş yavaş ve seyrek adımlarımla
bu dünyada bir kan lekesi gibi kaldım
ne zaman kan kaybından ölen bir kurbağa gördüysem
kaçıp can havliyle sana sarıldım
dedim düştüğüm bu kuyuya
yusuf da düştü zamanında
üçer beşer yüzün geçti aklımdan
misal sabahleyin, misal gün ortasında
dedim allah'ım al bu ateşi gönlümden
ben ibrâhim değilim
yusuf değilim çıkar bu kuyudan
dedim ve sürdüm atlarımı güneşe
sırtımda dünya yüküyle eğilip su içtiğim
yüzünü gördüğüm bu kar suyuydu
dedim bu baharatları, haşhaşı
yüzünü gördüğümde ıhlamuru
bunca hengamenin içinde durup sana bakışımı
dünyevî harflerle anlatamadım