24 Nisan 2017 Pazartesi

33. misal

sabah uyandığım yatağın bir ucundan
dünyanın diğer ucuna gitmek isterken 
güneşin geç doğduğu bu şehirde
mumla aramaya çıktım
gün doğmadan yollara düşenleri
yüzümdeki bu umut, bu sevgi
bu devran değilse sırtımdaki kamburun sebebi
tütün basılmış bir yaradan fazlası değilim
üç kere kar yağdıysa bu dağların eteklerine
üç kere beyaza çaldı ellerim
beklenmedik şeyler olsun diye durup beklediğim günlerde
sürüsünü kaybetti bir kuş
ya da kervanını bir bedevi
öyle karanlık gecelerde
misal katran siyahı, misal zifiri
mumla aradım seni
pamuk toplayan çocukları gördüysem 
yol kenarında açan çiçeğe dönüp baktıysam
pamuk toplamış kadar yoruldum
dünyaya karşı öyle eğreti durdum
dedim ben bu kadar tozun toprağın içinde bir ıtırşahi bulduysam
şikayet etmem tozdan topraktan
sana gelinmezdi zaten çiçekli yollardan
güneşe doğru yol alan bir at şaha kalktığında
akşam çocuklar eve yalın ayak döndüğünde 
kırk kere kar yağmıştır gönlümün bahçesine
dünya denilen bu cehennem ağırlığınca yüklendiğinde sırtıma
gülüşlerim yüzümde soldu
kaç bahar gördüm çiçek açmadı
misal karanfil, misal ıtırşahi
hâlâ varsa içinde adın geçen bir mevsim 
bana rastlamadan geçti
bir fotoğraf çıktığında cebimden 
dünya kalabalığının arasında kulağıma kar suyu gibi çalındığında sesin
mevsiminden önce açan çiçekler gibi yalnız kaldım
başımı kaldırıp göğe baktığımda
bir kuş düştü incecik, kanatları tüy
bunca hengamenin içinde durup sana baktım
dört yanım kurt ini, dört yanım kar altı
dedim yaşamak hırka değil 
çıkarıp yerine asamadım
yenişemeyen iki geyiğin yorgunluğuydu üzerimdeki
oturup dağlarındaki karın erimesini bekledim
içimde bu küllenmiş ateş, sırtımda ağırlığınca dünya
her hazan'da solmaktan yorulmuştur şimdi bir karanfil
allah kimseye taşıyamayacağı yükü vermez dediler
inandım.
başkalarından duyduğum sözlerle yürüdüm dünyada
yavaş yavaş ve seyrek adımlarımla
bu dünyada bir kan lekesi gibi kaldım
ne zaman kan kaybından ölen bir kurbağa gördüysem
kaçıp can havliyle sana sarıldım
dedim düştüğüm bu kuyuya
yusuf da düştü zamanında
üçer beşer yüzün geçti aklımdan
misal sabahleyin, misal gün ortasında
dedim allah'ım al bu ateşi gönlümden
ben ibrâhim değilim
yusuf değilim çıkar bu kuyudan
dedim ve sürdüm atlarımı güneşe
sırtımda dünya yüküyle eğilip su içtiğim 
yüzünü gördüğüm bu kar suyuydu
dedim bu baharatları, haşhaşı
yüzünü gördüğümde ıhlamuru
bunca hengamenin içinde durup sana bakışımı
dünyevî harflerle anlatamadım

18 Nisan 2017 Salı

32. o'yalandı

biraz dağınık bir masa
arkasında kartonpiyeri eskimiş duvar
bir iki kitap, bir defter ve biraz da sigara
ortalama bir masada ne olmalıydı
neyi koysam üstüne dolmazdı hep tam takır
neyi arasam bulamazdım 

geçenlerde biraz mutluluk aradım 
olur olmadık yerde birkaç fotoğraf çıktı karşıma
yırttım attım (aslında yırtmadım)
bir şarkı buldum kitabın arasında 
sıkışmış çekip çıkardım 
sesini duyar gibi oldum, kitabın arası boş kalmasın diye kalbimi sıkıştırdım 

eğik durmuş bir çerçeve buldum köşede
olmadık yere ikimizi sığdırmaya çalıştım içine
sığamadık.
bir vapurun sesini duydum çekmecenin içinde
alıştığım insanları en kolay ensesinden tanırdım

bir iki defa kokunu aradım, bozuk bir kaset çıktı karşıma
elimde koymuş gibi bulurdum oysa
eskiden olsa derdin ki 
al bu kokuyu çocukların yetişemeyeceği bir yere ko.
ama eskiden değildi, 
üfledim tozunu kaldırdım anıların
öksürdüm.

etrafıma bakındım
eskiden olsa ağlardım belki ama şimdi sadece etrafa bakıyorum
bir rafta kuzey ışıklarını buldum
bir kadını yeni bir kıtayı keşfeder gibi keşfetmeli dedim kendi kendime. 
zaten yanımda kimseler de yoktu.
pencereden baktım, bir parça gökyüzü buldum
kimseler bulmamış gibi sevindim kalktım takımyıldızlarına adını verdim
bir defter aradım, boş bir bardak buldum
döktüm içimdekileri bana mısın demedi
döktükçe döktüm. 

birkaç mektup olacaktı şu kağıtların arasında
belki bir su faturasıydı
acaba hangi yıldaydık, hangi zamanda
tarihi belli bir takvim yaprağı da olurdu
seninle iç içe olduktan sonra 
bu dünyanın dışında kaldım
bir ip buldum, 
en sağlam yerinden koptu

geçenlerde, bayağı bir geçenlerde
bir plak aradım, şu sessizlik bozulsun istedim
plastik bir çiçek buldum, gittim bahçeye ektim
yeşermedi.

kapı çaldı, 
pencereden baktım, baktım seni buldum.
arasam bulamam, bulsam zaten başka bir şey aramam.

kapı çaldı, ben açamadım. 
ortalama bir kapıda neden kol olmazdı
biraz sağa sola yürüdü, oyalandı.
neden bazı şeyler en gerekli zamanda ortada olmazdı
ben açmadım, o yürüdü.
o'yalandı 
ve yok oldu.



13 Nisan 2017 Perşembe

31. boğucu yalnızlık

"kapı çalmıyor."

"sokağı dinliyorum."

"ses yok!"

12 Nisan 2017 Çarşamba

30. gülüşünün hatırına

seni bu dünyadan sıyırıp saklamaya çalışıyorum
ceplerimi doldurmuyor ama ellerime de yer kalıyor orada

takvimde silik bir tarih, duvarda soluk bir fotoğraf
bir çiviye tutunmuş, arkasında izi tozu bir dünya

düşse kırılır duvarın haberi olmaz, bazı şeyler bu kadar basittir
gecenin ikisi son bir şarkı çalıyor radyoda

radyoyu kapatsam durmaz
fotoğraf da düşmüyor gülüşünün hatırına

sarılıyorum kendime, avunuyorum
zaten hayat kimse için durmadı, durmaz.

şu bomboş sokakta yan yana yürürken yeterince kalabalıktık diyorum
sonra kalabalıklar içinde yalnız kalıyorum

kol kırılır yen içinde kalır
kalp kırıklarını da alçı tutmaz!

5 Nisan 2017 Çarşamba

29. diyalog

biliyorsun kendi içine dökülen bir nehir gibiyim.
boğuluyorsun bazen, görüyorum.
defalarca boğuluyorum, fakat ölmeyi beceremiyorum.
yoksa balık mı olmak isterdin?
hayır, o zaman da martıya aşık olurdum.

2 Nisan 2017 Pazar

28. öylesine geçiyordum dünyadan

buralara yabancıyım ben
zaten öylesine geçiyordum dünyadan
gelmişken dedim
gelmişken şu çiçeklere biraz su vereyim

yeryüzünün bütün sularını yıkadım 
yıkandım, yıkandım gitmedi üstüme sinen kokun
saçlarının arasında kayboldu zaman
elimi tut dedim
elimi tut da serçe parmağım kanatlanıp uçsun 

her gün bir yerden 
başka bir yere taşınıyorum
allah'ım artık izin ver de yere çakılayım
bir kadının en tepesinden
düşüyorum, düşüyorum, düşüyorum...

servet içeride oturmuş yeşil bir gömleğin içinde
yeşil bir gömleğin içinde intiharlar planlıyor
kalktım ruhumun balkonunu yıkadım 
yıkadım, yıkadım gitmedi bu ölüm korkusu
anladım temiz su yürümüyor artık karanfillerin gövdesinde

kırk yıllık kar yağmış hücrelerime,
bir şeyi kırk kere düşünürsen olur dediler
ben seni aklımdan çıkarmadım 
olmadı.

dedim belki de şu radyoyu kapatsam 
biter bu durmadan dönüp duran şarkı
radyoyu kapattım, ama şarkı
durmadı, durmadı, durmadı...

içimden bir şiir okudum
sen de anlamışsın sayıyorum,
sayıyorum yoksa bütün bekleyişlerim anlamını yitirecek
dedim ya şarkı devam etti
servet bir boşluk bulup atladı
ben öylece
bekledim, bekledim, bekledim...

ağzımı açsam iki ölü çıkar bir de yaralı 
ağzımı açtım, ağzımı açtım kimseler ölmedi 
sana dokunabilsem bir ağacın suya dokunuşu gibi
ve toprağına sarıldığı gibi sarılırdım.
bir apartmanın beşinci katında papatyalar yetiştirdim
servetin fotoğrafını koydum masama

servet demişti, "mutluluk da gömlek gibi. zaman geçtikçe küçülüyor."
değilmiş işte biz büyüyoruz. yoksa şekerler aynı şekerler, cumartesi hâlâ çıkıyor çizgi filmler.

dedim kırk kere gelsem şu dünyaya
kırkında da ölürdü servet
ve ben kırkında da sana çarpıp kırılırdım.