yokluğuna kalıcı bir çözüm bulamadım hâlâ. eski bir şarkı duysam aklıma geliyorsun. ne zaman düşecek gibi olsam, sana tutunuyorum. şu boyası solmuş duvara astığım eskimiş fotoğrafta bile gülüşün güzel duruyor. ve içten içe seni düşünüyorum hâlâ. eksiliyorum azdan az. değil miydi zaten, sonunu düşünen kahraman olamaz. ve hiçbir şiir şairini sevmez!
ellerini esirgiyorsun benden, sesini. kendini. nasıl bir ihtiyaç bu, kimse bilemez. durmak bilmeyen bir trenin yol aldığı rayın üstüne, gökyüzünü izlemek için uzanmak gibi. durmadan hiçbir durakta. ve sadece tek bir yere gitmek isterken. farklı bir şehirde, hangi otobüsle sana gelinebilir ki. kimse bilmez nereden başladığını ya da nerede bittiğini. beni sana getirmeyen, bitmek bilmeyen bu yolların. su değil zamandır akıp giden.
onca şeye rağmen hâlâ ayaktasın belki ama dizlerin yaralı.
ben bu masanın üzerinin boş olmasına alışmıştım. şimdi o vazoyu getirip masanın üzerine koyarsan, bir gün geri alıp gideceksin. ve o zaman, masanın üzerinin boş olması beni incitecek. her şeye rağmen dünya dönüyor, evet. ama belki de senin yanında, dönmemesi daha doğru olurdu. ya da durması. dünyanın bütün vakitlerine sahip olmak seninle, ne de güzel olurdu.
birlikte yürüdüğümüz o iki adımlık sokakta dünyayı dolaşıyordum ben. ve bir insanın ölmesi, bu kadar normal karşılanmamalıydı. yann tiersen dinlerken seni düşünmek bu kadar acıtmamalıydı. ihtimaller, insanın içinde. bir ihtilali başlatabilir miydi, ve sonunu getirebilir miydi bir monarşinin demir yumrukla. devrim yapıyorsun kalbime.
sen. uçmayı öğrettiğin kuşun kanadını kırmaktan bahsediyorsun.
kuşlar göçüyor içimden. bir apartman çöküyor. aşamadığım şeyler oluyor. altında kalıyorum. çürümüş ağaçlar gibiyim, kendi yükümün altında eziliyorum. ama yine de dik durmayı ihmal etmiyorum. tekrara düşmüş bir şarkıdan farkım yok. kaset dönüp durdukça, akrep dönüp durdukça kimse de tutup bana dönmeyecek. ama, diyorum yine;
benim dünyam sensin, dönmelisin.
ve gelmelisin de. mızıka çalan kovboyların hüznü var üstümde. ve güneşe yol alan atların cesareti. sana gelmek için bir yoldan fazlası gerekli. paralel evrende beraberiz belki de. belki yan yana uyanıyoruz, başka şehirlerde. ihtimaller. nereye gidersem gideyim peşimdeler. kendime söylüyorum, aklımda bulunsun, ihtimaller... insanın kalbini bir mermi gibi deler.
belki bir ihtimal, güzel elleri olan birinden demir yumruklu bir ihtilal. ütopik olsa bile sesinden dinlemek güzel olurdu, içinde birlikte bulunduğumuz bir masal bu.
saçlarım uzadı, sigarayı bıraktım, insanlara güvenmemeyi öğrendim. değiştim, fakat günde dört kere seni düşünmeyi ihmal etmedim. üzerinden ordular geçse bile kılı kıpırdamayacak güzelliğini hâlâ seviyorum. ayrıca teessüf ederim. ben büyütmüyorum, sen küçümsüyorsun. fotoğraflara sığmayan güzelliğin var, kitaplara sığmayan. bir plak olsan, sonsuza kadar dinlerdim.
sana gelirken kendimden geçmişim.
farklı bir şey bu, tüm fonksiyonlardan ve bütün ezgilerden daha değişik. kendi kendine satranç oynamak gibi, beyaz ve siyah. şah mat. kendine yenilirse insan, galip midir yenik mi. önemli midir peki. işte seni sevmek de böyle bir karmaşa!
beni okumuş olabilirsin ama sonunda ne olursa olsun sen, o kalın ve büyük kapağı, benim ince sayfalarımın üstüne kapatacaksın.
beni yıkan bu işte.
belki bir ihtilal, insan yiyenlerin soyunu kuruturdu. ve bir şehrin kalabalığının arasından denizi görmek. seni görmek kadar güzel olurdu.