24 Şubat 2017 Cuma

24. belki bir ihtilal

illaki elimi tutmana gerek yok, sadece elini uzatsan kalkıp sana gelirdim.

yokluğuna kalıcı bir çözüm bulamadım hâlâ. eski bir şarkı duysam aklıma geliyorsun. ne zaman düşecek gibi olsam, sana tutunuyorum. şu boyası solmuş duvara astığım eskimiş fotoğrafta bile gülüşün güzel duruyor. ve içten içe seni düşünüyorum hâlâ. eksiliyorum azdan az. değil miydi zaten, sonunu düşünen kahraman olamaz. ve hiçbir şiir şairini sevmez!

ellerini esirgiyorsun benden, sesini. kendini. nasıl bir ihtiyaç bu, kimse bilemez. durmak bilmeyen bir trenin yol aldığı rayın üstüne, gökyüzünü izlemek için uzanmak gibi. durmadan hiçbir durakta. ve sadece tek bir yere gitmek isterken. farklı bir şehirde, hangi otobüsle sana gelinebilir ki. kimse bilmez nereden başladığını ya da nerede bittiğini. beni sana getirmeyen, bitmek bilmeyen bu yolların. su değil zamandır akıp giden.

onca şeye rağmen hâlâ ayaktasın belki ama dizlerin yaralı.

üstü karalanmış kelimeler gibiyim. kan ter içinde kaldım sana gelirken, ama dönmedim hiç bu yoldan. fikrimden dahi geçmedi. fakat gelene kadar, sana. kim bilir neler değişti. sana gelmek için. tam üç cadde, beş sokak, iki köprü. ve bir de şehir geçtim. biraz da kendimden vazgeçtim. az kalsın eziliyordum. umursamadım. durmadım. ben görmeyeli her şey çok kalabalıklaşmış, sen bile. sen. neden?!

ben bu masanın üzerinin boş olmasına alışmıştım. şimdi o vazoyu getirip masanın üzerine koyarsan, bir gün geri alıp gideceksin. ve o zaman, masanın üzerinin boş olması beni incitecek. her şeye rağmen dünya dönüyor, evet. ama belki de senin yanında, dönmemesi daha doğru olurdu. ya da durması. dünyanın bütün vakitlerine sahip olmak seninle, ne de güzel olurdu.

birlikte yürüdüğümüz o iki adımlık sokakta dünyayı dolaşıyordum ben. ve bir insanın ölmesi, bu kadar normal karşılanmamalıydı. yann tiersen dinlerken seni düşünmek bu kadar acıtmamalıydı. ihtimaller, insanın içinde. bir ihtilali başlatabilir miydi, ve sonunu getirebilir miydi bir monarşinin demir yumrukla. devrim yapıyorsun kalbime. 

sen. uçmayı öğrettiğin kuşun kanadını kırmaktan bahsediyorsun.

kuşlar göçüyor içimden. bir apartman çöküyor. aşamadığım şeyler oluyor. altında kalıyorum. çürümüş ağaçlar gibiyim, kendi yükümün altında eziliyorum. ama yine de dik durmayı ihmal etmiyorum. tekrara düşmüş bir şarkıdan farkım yok. kaset dönüp durdukça, akrep dönüp durdukça kimse de tutup bana dönmeyecek. ama, diyorum yine;

benim dünyam sensin, dönmelisin.

ve gelmelisin de. mızıka çalan kovboyların hüznü var üstümde. ve güneşe yol alan atların cesareti. sana gelmek için bir yoldan fazlası gerekli. paralel evrende beraberiz belki de. belki yan yana uyanıyoruz, başka şehirlerde. ihtimaller. nereye gidersem gideyim peşimdeler. kendime söylüyorum, aklımda bulunsun, ihtimaller... insanın kalbini bir mermi gibi deler.

belki bir ihtimal, güzel elleri olan birinden demir yumruklu bir ihtilal. ütopik olsa bile sesinden dinlemek güzel olurdu, içinde birlikte bulunduğumuz bir masal bu. 

saçlarım uzadı, sigarayı bıraktım, insanlara güvenmemeyi öğrendim. değiştim, fakat günde dört kere seni düşünmeyi ihmal etmedim. üzerinden ordular geçse bile kılı kıpırdamayacak güzelliğini hâlâ seviyorum. ayrıca teessüf ederim. ben büyütmüyorum, sen küçümsüyorsun. fotoğraflara sığmayan güzelliğin var, kitaplara sığmayan. bir plak olsan, sonsuza kadar dinlerdim. 

sana gelirken kendimden geçmişim.  

farklı bir şey bu, tüm fonksiyonlardan ve bütün ezgilerden daha değişik. kendi kendine satranç oynamak gibi, beyaz ve siyah. şah mat. kendine yenilirse insan, galip midir yenik mi. önemli midir peki. işte seni sevmek de böyle bir karmaşa!

beni okumuş olabilirsin ama sonunda ne olursa olsun sen, o kalın ve büyük kapağı, benim ince sayfalarımın üstüne kapatacaksın.

beni yıkan bu işte. 

belki bir ihtilal, insan yiyenlerin soyunu kuruturdu. ve bir şehrin kalabalığının arasından denizi görmek. seni görmek kadar güzel olurdu. 




20 Şubat 2017 Pazartesi

23. dokunduğun her şey yıkılıyor

dokunduğun her şey yıkılıyor. ayak bastığın yerde çiçekler açarken, ayağını kaldırdığın yerde toprak kuruyor. bir yalnızlık anıtı gibi duruyorum burada, bir başıma. şekillenmek için yediğim çekiç darbeleri yaratıyor bütün zerafeti. bir put gibi, bir sonraki darbeyi beklerken. sen geliyorsun ve dokunduğun her şey yıkılıyor.

sabah geç uyanıyorum, geç uyuyorum akşamları. erken kalkanlar önümde değil, yol almamış hiç kimse. düşmekten yorulmadım, üstelik dizlerimin yaralı olmasını da umursamıyorum. beni yıkan çekiç darbeleri değil. beni dizlerimin üstüne düşmek de değil, senin itmiş olman yıkıyor. dokunuyorsun, ve dokunduğun her şey yıkılıyor. 

siyah gömlek giyiniyorum. ağzımda iyiyimler geveleyip, yarım ağızla. yaşıyorum diyorum. kim tam anlamıyla yaşamış ki, kırılmadan dökülmeden. olanlara bir kağıt parçası gibi katlanmadan. kağıt bile en fazla yedi kere katlanıyorken, ben. kim bilir kaç kere. neden. dokunduğun her şey yıkılıyor. aramızdaki duvarlara dokun, yıkılsınlar.

bir tarantino filmi izliyorum. yanına geleceğim. titanyum zırhla kaplayıp kalbimi. metafizikten ve gamlı kuzgundan bahsetmiş miydim sana. bir akşam üstü gamlı kuzgun gelebilir yanına ve bu metafiziğe de aykırı değil mesela. dokunduğun her şey yıkılıyor, ve yıkıldı da. beni bu enkazdan çıkar demiyorum sana. ama şu taşlardan birini kaldır işte. 

bir tenor sesiyle kırıyor bardağı. insanlar alkışlıyor. kimse düşünmüyor bardağın kırılan kalbini. bir şehir yıkılıyor arkandan. gidişin katrina kasırgası gibi ya da japonya'yı vuran sel dalgası. dağılan her şey seninle ilintili. big bang teorisi gibi. dokunduğun her şey yıkılıyor.

dokunduğun her şey yıkılıyor. ve bu kadar yıkımın arasında hâlâ bir şarkıya benziyorsun. söylediklerim bir keman sesini anımsatmıyor sana. biliyorum buruşmuş bir kağıdı ne kadar düzeltsen de izi kalır. bay ve bayan smith hâlâ birbirine yalanlar söylüyor. her şeyin yalandan ibaret olduğu bir dünyada doğruyu söylemek ne kadar doğrudur ki. bizi ayıran kağıttan bir kale. dokun, yıkılsınlar.

dokunduğun her şey yıkılıyor. ne zaman vals dinlesem, göğsüme bir şarap'nel saplanıyor. geçtiğin sokakların algoritmasını alsam, karşılaşabilir miyiz bir sokakta seninle. aklımda bir silsile gibi ihtimaller. 

şimdi sana d,üşüyorum desem üşüdüğümü de anlar mısın?

(25 Ekim 2013-29 Ekim 2016)

18 Şubat 2017 Cumartesi

22. ah

bardağa
neresinden baksam
dolu görünmüyor

ah şu yalnızlık
neresinden tutsam
elimde kalıyor

ah.

15 Şubat 2017 Çarşamba

21. alter ego


illa bir uçurumun kenarında olmak gerekmiyor. insan bazen sokak ortasında bile yere çakılabiliyor. bırak her şey olduğu gibi kalsın, anılarımız bozulmasın. zaten şu saat bozuk. ya sende duruyor ya da senden geçemiyor. biliyorum ben bu yolun neresine gitsem, hangi köşesinden dönsem, sana çıkıyor. ve biliyorum ki bazı denizler, okyanuslardan da derindir.

dışarıdan bakınca ne kadar basitti her şey. ben zaten sudan sebeplerde boğuluyorum. öylesine kurulan cümleler, yarım ağızla verilen sözler ya da bitirilmeden kenara atılmış kitaplar gibiyim. geride bırakmayı öğrenemedim hâlâ, ne kadar koşsam da yürüyenleri geçemiyorum. kendimden yola çıkıyorum ve bir yere varamıyorum. ikimizin arasındaki uçurumdan kendimi aşağı atıyorum. bak okyanuslar var içimde, boğulamıyorum.

açılıp kapanan kapılarda, pencere kenarlarında, istasyonlarda ve duraklarda seni beklemekten yoruldum. düşüşleri ezberledim ve de yanılışları. hayatının tam ortasındayım, sandım. meğer köşesinden bile geçmemişim.

geçerken uğrama artık bana. yolunun üstünde bir durak olmaktan sıkıldım. nereye gidiyorsan bırakıp bana gel. ellerindeki çiçekleri bırak bir yere bana sarıl. seni bu kadar seyrek göreceğimi bilseydim, insan olmaktan çok her gün karşısına geçip saçlarını topladığın ayna olmak isterdim. amantes sunt amentes.

farkındayım her şeyin. ve farkında olmak yoruyor. birbirimizden uzakta, ayrı sokaklarda ayrı şehirlerdeyiz. ama ne zaman gözlerimi kapatsam yine yan yanayız. bakma şikayet etmiyorum düşmekten ya da dizlerimdeki yaralardan. farkındayım, sana çiçekli yollardan gelinmezdi zaten.

artık aramızdaki şeyin ne olduğunu bile bilmiyorum. uçurum mu yoksa duvar mı anlayamıyorum. bazen bir duvara çarpıyorum, bazen de düşmeye başlıyorum. zaten fark etmiyor, sonunda hep bir yerlere çarpıp dağılıyorum.

şurama, “dikkat kırılabilir.” yazmadığım için mi böyle oldu?

11 Şubat 2017 Cumartesi

20. yalancı bahar

kalbimde yetiştiğini sandığım çiçekler 
plastikmiş meğer
ve papatya bahçeleri de mayınlarla dolu
kim bilir kaç maske vardır 
bir insanın yüzünde

sevgili kalbim
güneşi görüyorsun diye 
yağmurun ıslaklığını unutma
herkes değişir, hiçbir şey değişmese de 
aklından çıkarma

ve bir insana
ne kadar güzel gülerse gülsün
asla inanma!

3 Şubat 2017 Cuma

19. iyi geceler Viyana

I.
bir fotoğraf gibi yaşlanmak isterdim seninle 
birlikte yürüyemediğimiz bütün yolların ağırlığını taşıyorum
kadife gömleğin rahatsızlığı içinde
sana seni anlatacağım Viyana
lütfen beni iyi dinle

II.
hiç gitmediğin şehirlerin birinde
bir istasyonda belki de
kendi kendine soruyorsun, insan neden bu kadar yalnız kalır
ve düşünmüyorsun bile
hiç gelmeden gidenlerin arkasından nasıl el sallanır

bu yalnızlığı ben seçmedim diye düşünürken
sığınma talep ediyorsun yine kendine  
okyanusları geçip sığ sularda boğuluyorsun
nerede yanlış yaptığını anlamıyorsun bile
iyi geceler Viyana 
seni çok seviyorum gerisini düşünme

III. 
her gece aklında bir otoban dolusu gürültü
küçük küçük intiharlar planlıyorsun 
ölmekten de korkuyorsun belli
bıçak değil kağıt kesikleri
bir kaşık suda boğmaya çalısıyorsun kendini 
omuzlarından dökülen uçurumlar
istiyorsun ki şu suya
biraz formaldehit döksem de içsem
yine de ölmesem

yapma Viyana
zaten insan ölemez ki sevmeden
bu kadar da pesimist olma
belki de dağılması gerekiyordu her şeyin
çok güzel güldüğün bir fotoğraf mesela
atmaya kıyamadığın şeylerin altında kalmışsa

savrulman gerekiyordu belki de
üstündeki tozlardan kurtulmak için

örneğin ben üzülmüyorum düştüğüm için
düşmeseydim yoksa sana tutunamazdım
seni görünce nefes almayı da unutuyorum mesela
beni hayatta tutan sen misin?

bir anıya tutunup kalmışsan ya da bir hatıraya
düşmüşsen durduk yere
keten pantolonlu bir adam gelip kaldırmaz seni
kimsenin de umurunda olmaz
hiçkimse annen değil senin için ağlamaz
dünya zaten bekleyenelerin mezarlarıyla dolu
iyi geceler Viyana
artık sev beni, neredeyse akşam oldu

IV.
çalan şarkı biraz hızlıymış ayak uyduramıyorum
dans etmeyi de bilmem zaten
seni görünce 
ayaklarım birbirine dolaşıyor yürüyemiyorum 
hem ben senden yürüyüp de gidemem

iyi geceler Viyana
seni bırakamam ama 
gideceğin yere kadar sevebilirim

lütfen beni unutma