Durdum birden bire. Hiç beklemediğim anda, hiç beklemediğim zamanda, yine karşımda. Kim koruyacak bu bedeni, kim kıracak göğsümdeki çırpınan kafesi? —Kötülüklerden mi kaçtın, yoksa üstüne mi gittin korkusuz kahramanlar gibi?
Kırmızı atkın mı korudu seni, yoksa ceketin mi, saçların mı, tertemiz ellerin mi? Kim dokunabilirdi ki sana kötülükle? Boşver bütün cevapları, nereye gidelim? Lübnan mı, Floransa mı, yoksa kerpiçten evlere doğru mu koşar adım. Önemi var mı? Sesin bir gece kızıllığında, aşağı doğru kıvrılıyor dudakların. Üzgün müsün, yoksa kırgın mı geçen zamana?
Tamam sormayı bırakıyorum, usulca yürümek kalacak benden geriye. Adımlarım, adımlarınla. Hem neden sorayım ki, cevapları önemsemiyorum bile. Gitmeyelim, oturmayalım, durmayalım. Biz anlamsızız, bu yüzden birlikte karşı karşıyayız. Ancak böyle karşılıyoruz birbirimizi. Dünyanın anlamsızlığı içinde kaybolmadan, kendi anlamsızlığımızda boğulmadan.
Bacak bacak üstüne atarak, kısık gözlerle, tozların geçmesini bekliyor gibiyim. Sen, az önce buradaydın. Az önce geçmişteydim, az önce yaşıyordum, az önce. Hepsi bir saniyenin onda birinde oldu, geçip gittin yine. Ben durdurmaya çalıştım oracıkta seni. Olmadı, ve her zaman olduğu gibi: Yürüdüm, oturdum, gittim.
Bir sıkıntı var içimde, yerimde duramıyorum, kaçmak istiyorum, şehirler değiştiriyorum, hep aynı. Bitmek tükenmek bilmiyor. Deniyorum, düşünmemeyi, yemek yemeyi, uyumayı, meşgul olmaya çalışmayı ama hiçbirinin etkisi yok. hiçbirinin herhangi bir şekilde varolan durumu değiştirmeye gücü yetmiyor. Bekliyor gibiyim ama beklemekten çok uzak bir yerde. Ellerim yarı açık duruyor kucağımda. Ben neyim biliyorum, tersine işleyen bir kum saati. Algısız, cansız, fakat zamanı geçiren. İtaat edeceğim bir düzen yok, yaşayacağım günler var. Ve bir sürü kafa karışıklığım, bir sürü gerçekliğim, düşüncem, hayalim, ve karamsarlığım.
Tetikteyim, ama yorgun bir tetik bu. Kumral bir saçın esintiyle yüze dağılması kadar yorgun. Siyah deri ceketimi bulamadım, sorun değil, krem rengi olanı seçeceğim. İzin verin, sökebilseydim çoktan sökerdim bu kafesin kapılarını. Kalbimin her sabah ağrılar içinde —sürgünde bir kuş gibi çırpınmasından yoruldum.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Ruhum suların üzerinde dalgalanıyordu.
28 Ocak 2020 Salı
26 Ocak 2020 Pazar
yersiz akşamlara saldırı.
bir köle pazarında
tutsağıyız özgürlüğün—
ılık su ve ekmek— boğazımdan geçenler
yalnızca bunlar. zamanımın ötesidir benim olan,
geçtiğim yerleri anlattım hep, ve bir pazarda
sıkıştım kaldım. sen de biliyorsun korkuyorum,
ve gizliyorum bulutların içine kirli suları sessiz sessiz
zevksiz, soluk bir hayat bu, sen de biliyorsun neden
saklandığımı. sadece saf ellerle öldürebilirim birini
bu yüzden ceplerimde saklıyorum ellerimi. bir çizgi gibi
yanıyorum. ve ayrılıyorum vücudumdan, ben bu kızıllığa,
nefes veriyorum, sonrası karanlık ve kül, dağılıyor yüzlerce tüy.
sanrısı bu. ve evet: her zaman olduğu gibi /her zaman, benden uzağa—
her şey eriyor gözlerimden geçerken, günler,
saatler, beklentiler, eriyor görüntüler bile. buğulu bir cam arkası
yolculuğum. katılıyorum aralarına, sıcak, kızgın bir demir olsam gerek.
söylenmemiş bir cümle olsam gerek. yazdığım yazıların üstünü
tahtalarla çiviledim. ne diyebilirim/ben ne diyebilirim, yazgımın üstüne
ben çizgiler çektim. —günahların günahı ben olsam gerek.
gündüzlerden düştüm,
yanılgılarla bitti düşlerim, sessizliğe vardı sözlerim.
söyle savaşlar mı vermedim? ölümler mi görmedim?
bana yalan mı söyledin? dokunmadık mı en parlak yıldıza,
yoksa sessizce kayıp gitti mi saçlarından: isli bir gecenin ardına.
bir mektup: yüzümde kara kedi maskesiyle yazıyorum. zaman: sel saldırıları sonrası. yer: kupkuru bir deri. denizlerden çıkıp geldi, engelleyemedim içeri girmesini, bu nasıl bir canavar ki çiğneyip tükürüyor bütün düşlerimi! ve kanatlarımdan döküyor yüzlerce tüyü, ve kaçmaya çalışıyorum bir düşten başka bir düşe, sabah olacak, zamanım kısıtlı. içine çekiyor, girdaplar, sesler, kaçışıyor içimden saplanıp kalmış bir ok gibi, sanki tanıyor buraları. tesiri yok, kimim ben? neden kaçmaya çalışıyorum, neden bir oluşun içindeyim sadece? neden boğuluyorum olduğum yerde, neden dibe batıyorum çırpındıkça! neden durup sana bakıyorum süregelen bir savaşın ortasında? imbat denizi, acılar denizi... annemi doğurmuştu burası bir hüzünlü çiçek gibi. ve babam yavaşça dökülen bir yaprak gibi, ve her ölen: yanında götürmeye çalışıyor birini. yarınlarsa bugünü yaşanılır kılan, eğer yarınlarsa umut! —umudum yok benim! acılar içinde yaşamaktansa, huzurla ölmek isterim.
izlence: sert adımlarla yürüyorum
kırdım ellerimdeki buzdan kelepçeleri,
özgürüm ve tutsağıyım özgürlüğün.
izlence: olduğunu biliyorum. bulanık da olsa—
görüyorum: sabaha çıktığını ağırlıksız,
—dikey bir biçimde— bir devinim içindesin
ve de devinim senin içinde. ——yanımdan geçiyorsun——
ben derin sulardaki bulanıklığım: içimde yer kaplar bir sessiz yengeç
eskimiş iplerle fırtınayı: yağmurlar ortasında
orada isli gecenin ardında: yalnızca beyaz gözleriyle
günkarartısıyla korkudan: konuşuyor ikilemlerle yonca yaprağı
duyumsuyor yüzüme dokunup: kendi asil savaşına dek
1 Ocak 2020 Çarşamba
karalama: aliena.
Başka yer yoktu,
gidilecek yollar tükenmiş
dizecek tablolar bitmişti raflara.
Gün ışısa ne değişirdi?
Kim söyler ki artık en gerçek yalanı
Ne farkı kaldı ki?
Celladım kimdi benden başka,
Dışarıda aradığım ben değil miydim?
Değil miydim her zaman boğazını sıkan
bir cümleyle gezen.
Başka zaman yoktu,
sesleri sayacak bir bir,
saatleri kıracak bir bir tunçtan ellerle
yoktu.
Şafak sökse ne olurdu?
İnanır mıydım gerçek olmadığına,
tutmadığıma, bakmadığıma, bilmediğime
benzersiz düşüşler kalıyor inanmaktan geriye
ışıksız evler kalıyor sevmekten geriye
Kim inandırabilirdi beni sokaklarından geçmediğime—
Musa'nın denizi ikiye ayırdığına,
Troya'da ölmediğime —bir mızrağın ucunda,
Kim inandırabilirdi sağ çıktığıma bu günden?
Celladım kimdi benden başka,
yanımdan geçenler miydi gözlerimin içine bakarak
Görmediler biliyorum —oysa, tilkiydim:
kuyruğunu kovalayan. Yakalayıp ısırdıkça, canı acıyan.
Başka düzen yoktu,
yalnızlığa karşı kazandığım bir dünya,
boşluklara bakmadığım bir yer
yoktu.
Gün yeniden başlamasa ne olurdu?
Bakmayı bırakacak mıyım gözler yerine
boşluklara—
Ne kadar çok şey vardı kim bilir,
Gözlerimi dikip gördüğüm saymakla bitmiyor
Kaç zaman, bekleyiş, binler kere binler defa
Ne vardı bu kadar gözümü alan, tanıdık bana?
İmgeler, aralanıyor kafamın içinde, bir ılık su gibi
geziniyor zamanlardan zamanlara. Bir ışık hüzmesi gibi—
Ne zaman sussam, öldürüyorum içimde bir sesi:
—Bitecekti yıllar zaten, neden birden bire hızlandı bu tren?
(Kabuk kan sızdırıyordu. Dişler hep kanlı,
eller de öyle. Bir bir içeri kaçıyordu
camlardan uzanan boyunlar, sönüyordu ışıklar.
An geldi, sular durdu yataklarında,
sesler kesildi bir bıçakla,
yürümeyi bıraktı kaplumbağa.
Elinde asasıyla, üstünde terden solmuş,
güneşten yıpranmış paçavraları.
Boşluğa yürüdü, başının üstünde
yaralar açarken kargası,
sürünürken taş kesilen ayakları.
Sessiz sessiz boşluğa yürüdü, kuma, toprağa,
suya ve ateşe yürüdü. Kurduğu yerlere
gitmek istiyordu, kendi tanımlamalarına,
kendi imgelerine.
Tozlu sokak onun değildi, üzümler de öyle, savaşlar da.
Kendinin olana gitmeye çalışıyordu var gücüyle.
Güçsüzdü de, kendi içinde kaybetmiş onu da.
Kemik gibi, batıyordu bastığı yere,
karanlık yerler seçiyordu, kendi kendine konuşuyordu.
Ama hiçbir ses yok, ne kargadan, ne ayağındaki
taş kesilen yolcudan. Sanki hiç yoklardı,
sanki başımı öteki bir yana çevirsem
yok olacaklardı, bu kadar bile gerçek
değillerdi.
Bu dünyaya atılmış olsalar gerek,
yanlarında bir nehir akarken,
neden susuzlar o zaman?
Kimi arıyorlardı, yarın nerede olacaklar,
veya diğer gün. Zamanları yok muydu?
Zaman denileni atlamış mıydılar
kendilerine göre, demek kaçacakları
bir şey yoktu. Kovalıyor olsa gerek
bir şeyleri. Biliyorum, buldum,
kimse yokmuş orada. Böyle demeliyim,
oyun muydu zihnimde yoksa?
Aynalardan korkan ben değil miyim,
neden kendimi görmek istiyorum dışarıda,
gözlüyorum her ince hareketi,
kimseler yok oysa, neye bakıyorum öyleyse,
bu kadar tilki nasıl dönüyor kafamda?
Neye bakıyorum öyleyse?!
Aynalar neden,
Neden bu kadar yabancı bana?)
gidilecek yollar tükenmiş
dizecek tablolar bitmişti raflara.
Gün ışısa ne değişirdi?
Kim söyler ki artık en gerçek yalanı
Ne farkı kaldı ki?
Celladım kimdi benden başka,
Dışarıda aradığım ben değil miydim?
Değil miydim her zaman boğazını sıkan
bir cümleyle gezen.
Başka zaman yoktu,
sesleri sayacak bir bir,
saatleri kıracak bir bir tunçtan ellerle
yoktu.
Şafak sökse ne olurdu?
İnanır mıydım gerçek olmadığına,
tutmadığıma, bakmadığıma, bilmediğime
benzersiz düşüşler kalıyor inanmaktan geriye
ışıksız evler kalıyor sevmekten geriye
Kim inandırabilirdi beni sokaklarından geçmediğime—
Musa'nın denizi ikiye ayırdığına,
Troya'da ölmediğime —bir mızrağın ucunda,
Kim inandırabilirdi sağ çıktığıma bu günden?
Celladım kimdi benden başka,
yanımdan geçenler miydi gözlerimin içine bakarak
Görmediler biliyorum —oysa, tilkiydim:
kuyruğunu kovalayan. Yakalayıp ısırdıkça, canı acıyan.
Başka düzen yoktu,
yalnızlığa karşı kazandığım bir dünya,
boşluklara bakmadığım bir yer
yoktu.
Gün yeniden başlamasa ne olurdu?
Bakmayı bırakacak mıyım gözler yerine
boşluklara—
Ne kadar çok şey vardı kim bilir,
Gözlerimi dikip gördüğüm saymakla bitmiyor
Kaç zaman, bekleyiş, binler kere binler defa
Ne vardı bu kadar gözümü alan, tanıdık bana?
İmgeler, aralanıyor kafamın içinde, bir ılık su gibi
geziniyor zamanlardan zamanlara. Bir ışık hüzmesi gibi—
Ne zaman sussam, öldürüyorum içimde bir sesi:
—Bitecekti yıllar zaten, neden birden bire hızlandı bu tren?
(Kabuk kan sızdırıyordu. Dişler hep kanlı,
eller de öyle. Bir bir içeri kaçıyordu
camlardan uzanan boyunlar, sönüyordu ışıklar.
An geldi, sular durdu yataklarında,
sesler kesildi bir bıçakla,
yürümeyi bıraktı kaplumbağa.
Elinde asasıyla, üstünde terden solmuş,
güneşten yıpranmış paçavraları.
Boşluğa yürüdü, başının üstünde
yaralar açarken kargası,
sürünürken taş kesilen ayakları.
Sessiz sessiz boşluğa yürüdü, kuma, toprağa,
suya ve ateşe yürüdü. Kurduğu yerlere
gitmek istiyordu, kendi tanımlamalarına,
kendi imgelerine.
Tozlu sokak onun değildi, üzümler de öyle, savaşlar da.
Kendinin olana gitmeye çalışıyordu var gücüyle.
Güçsüzdü de, kendi içinde kaybetmiş onu da.
Kemik gibi, batıyordu bastığı yere,
karanlık yerler seçiyordu, kendi kendine konuşuyordu.
Ama hiçbir ses yok, ne kargadan, ne ayağındaki
taş kesilen yolcudan. Sanki hiç yoklardı,
sanki başımı öteki bir yana çevirsem
yok olacaklardı, bu kadar bile gerçek
değillerdi.
Bu dünyaya atılmış olsalar gerek,
yanlarında bir nehir akarken,
neden susuzlar o zaman?
Kimi arıyorlardı, yarın nerede olacaklar,
veya diğer gün. Zamanları yok muydu?
Zaman denileni atlamış mıydılar
kendilerine göre, demek kaçacakları
bir şey yoktu. Kovalıyor olsa gerek
bir şeyleri. Biliyorum, buldum,
kimse yokmuş orada. Böyle demeliyim,
oyun muydu zihnimde yoksa?
Aynalardan korkan ben değil miyim,
neden kendimi görmek istiyorum dışarıda,
gözlüyorum her ince hareketi,
kimseler yok oysa, neye bakıyorum öyleyse,
bu kadar tilki nasıl dönüyor kafamda?
Neye bakıyorum öyleyse?!
Aynalar neden,
Neden bu kadar yabancı bana?)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
