18 Şubat 2018 Pazar

moon and rose

koşuyordu. 
herkes bir şeylere yetişmeye çalışırken, 
o her şeyden kaçıyordu. 
bak, burada hâlâ güneş ve deniz var. 
gül içinde bir elim, diğerinde ay. 
bir rüyayı bekledim bütün gece.
yeryüzü ve gökkubbe arasında, 
zaman ve mekanın ötesinde,
bin yıl geçti üzgün.
gördüm burada her şey dikenler içinde: suyun kıvrımı, 
ve şarkıyla dönsem de 
sırtımda yabancı bir yangı.

değildi bu gökyüzü, bizim değildi. 
çatlayıp dökülecekti tüm benliğimizle birlikte 
nehirler ve gözyaşları kuruyacaktı.

aklından geçenler, içinden de geçiyor inan
inan bana dinle bu kıvılcımı
-yaşamayı tadacaksın, 
ağzında acı bir tat kalacak-
dinle, çatırdayan ve kırılan 
kendi kabuğum. 
belki soyum, hep su sızdıran bir bardağa dayanıyordu. 
belki de rahatsız bir imgeydim düşler atlasında. 
bak bu ateşin altında yaşıyor altın nilüferler. 
kök salıyorlar içime. 
bütün yıldızlar düşüyor denize, 
yeraltına çekiliyorlar! 
gün yüzüne çıkarmak için gizli olanı. 
gizil düşleri ve sırları bir mum ışığında. 
ve bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak her şey. 
saf, hafif güzelliğiyle duyguların. 

anlatıyorum: çıkrığın sesini, içimdeki dayanıksız evi. 
sahiplendiğim deliği ve yaşamak inancını. 
ben, yalnızlık tanrısının kayrası! 
güzden geliyorum, kıştan geçeceğim. 
açıyorum,
kafamın içindeki pencerelerden birini.
rüzgarın o kadar sert ki. 
atlasam: düşer miyim, kırılır mıyım?

neden yakam buruşmuş 
ve neden ardıma bakmadan koşuyorum, 
neden birazdan yağmur yağacakmış gibi bakıyorsun? 
renk: kırılmış güneş ışığı hüznü. 
ağlamasaydım keşke, solgun yürekler için. 
sonra bir şey getirdin bana göğün renginde, 
inandım sana. 
devam ettim aramaya, düşler atlasında: 

bir patika yol, bir eski ahiti araladı. 
-denizlere açılan kaptan, boğulmayı da göze almıştır.-

her kim ölüme açılırsa, yaşamayı da göze alır. 
birazdan toprağı boğacak bir fil.
unutma gümüşi gül, unutma zamansız ay.
durduğumuz yer, düşeceğimiz yerden iyi değil!