19 Eylül 2016 Pazartesi

7. karanfil

sana uzak kalmayı bilmiyorum 
gözlerimi kapatınca yanındayım
seni sevmek bir çerçeve gibi 
ve ben 
bu çerçevenin 
dışına çıkamıyorum

bir çocuk gibi büyüyor içimde seni sevme isteği
sen dalından kopardığında bir çiçeği veya bir karanfili
sonra bana sırtını dönüp gittiğinde
binlercesi kopuyor içimde
binlerce ağaç çatırdıyor gövdesinden

geç kalmışım yine 
bir şarkının ortasına yetişmişim ya da bir şiirin
tam ortasında göz göze gelmişim seninle
ve tam orada durmuş zaman, dünya ve şarkı
sen tamamlamışsın -beni-
ve yetişemediğim her şeyi

şimdi beni bu enkazdan çıkar demiyorum ama şu taşlardan birini kaldır işte
çünkü ayağa kalkıp sana sarılmak istiyorum
-sana sarılmak-
mümkünse öylece kalmak 
kar yağarsa soğuk kırılır derler
ben bu kadar şeye bu yüzden dayanıyorum
-ya da,yanıyorum-

rüzgarlı bir havada balkona çıkmışız
ağzıma dolanan en güzel şarkı saçların
ve saçların dağılmış 
ama sana dokunup güzelliğini bozmayacağım

duymak istediğim tek şarkı sesin
söylemek istediğim tek şiir sen
atlamak istediğim tek uçurum gülüşünün kenarı
şiirler adına yazılmış
kuşlar sana yollar sana
ben sana——

ve soracak olursan 
sesini duymak 
bir yerden tanıdık gelen 
çok eski bir şarkıyı dinlemek gibi
ya da
çok eski bir anının tozlarına üflemek

13 Eylül 2016 Salı

poetica

burası kalbim, yeni bir imparatorluk gelişiyor içinde, çocuk gibi büyüyor filizleniyor. teslim oldum artık bırak beni gitmeliyim. biraz da su dökmeliyim yeryüzündeki bitmeyen alevlere. bırak beni gitmeliyim, gözlerine dalıp gitmeliyim!

(en güzel gidiş budur belki de.)

dünyanın bütün şarkıları çalabilir tek bir radyodan, sesi kısık biraz da cızırtılı. bir işgal propagandası gibi çalar şarkılar. vaktim az, bir trenin içinde zaman denilen şehrin içinden geçiyorum.rakım sıfır nüfus bilmemkaç. ve denizi görmeye çalışmakla geçiyor ömrüm.

(gölgen senden önce terk etmiş seni.)

hiç gelmeden gidenleri izlediğim gibi, zaten dağılmış olan kalbimin daha da dağılışını izliyorum. reklamlar giriyor araya. hayatıma kaldığım yerden devam etmeye çalışıyorum, yani senden. 

(kaldığın yerle gitmek istediğin yer arasında uçurum var.)

kimsenin umurunda değil içtiğim çay, yediğim frambuazlı pasta. uzaktan evleri izliyorum. biliyorum nisan yağmurları. aptal ıslatan. benim bir huyum var hiç sevmem. yağmur yağarsa ıslanmak isterim. ve sen ıslandığım ilk yağmurdun.

(biliyorum bu sonuncusu olmayacak.)

sonu gelmez dediğim her şeyin sonuna geldim. bir caddeyi keserken, önce sana sonra sana sonra tekrar sana baktım. karşıdan gelen arabaya karşı bir kağıt çıkarıp öleyazdım. hâlâ eski bir taşraya benziyor gözlerin. ve sana gelirken soğuk soğuk terleyen ellerim. gecenin ikisinde radyodan gelen sesin.

(şarkı dönüp durdukça, tutup da sana dönmeyeceğim.)

elinden bir şey gelmemesi ölüme benziyor aslında. herkes gidiyor, hiçbir şey iyiye gitmiyor. veda edecek kimse yok. ben bile yokum fotoğraflarda. yan yana olsak, bir tren sevenleri kavuştururdu meselâ, ya da aç bir çocuğun karnı doyardı. 

(zamanım yoktu, giderken arkama bakamadım.)

geride bırakamıyorum. aynı yollardan geçiyorum, aynı şeyleri düşünüyorum: insanlar gider, kapılar hep kilitlidir, ve o kristal vazo her zaman kırılır. bıçağı sapladın sırtıma ama ben hâlâ belki çıkarırsın diye gözlerinin içine bakıyorum.

(sesinin arkasındaki çocuğu kimse umursamaz.)

bu yorgan ikimize yetmez, sen sarıl. üşürsen konuşurum. dünyayı baştan yaratalım. yürüyelim biraz, açılırsın. ben de ağlamam söz veriyorum. 

(kendine verdiğin sözleri tutamayıp, başkalarının sözlerine tutunduğun için bu düşüşün.)

bir evi terk etmen, o evde yaşamış olduğun gerçeğini değiştirmez. aklına gelmeliyim artık, ait olduğum tek yer orası. 

(kapının açılmayacağını bildiğin halde yumrukluyorsun.)


keşke düşmemin sebebi aklına takılmam olsaydı. belki başkası binseydi o trene, sadece el sallardım. ama sen olunca peşinden koşuyorum. ne bileyim, şimdi aramıza duvar örsen yine gidip senin sevdiğin renge boyarım.

(zaten çökmüş bir duvarı ellerinle ayakta tutmaya çalışıyorsun ve altında kalacağını hiç düşünmüyorsun.)