özenle kapattığım, pirinçten örgülerle sardığım ve sağlamlığından zerre şüphe duymadığım bütün o zırhım su gibi eriyip gitti. unuttuğum, hatta ve hatta varolduğunun farkında bile olmadığım bütün duygularım o su gibi eriyip giden zırhımın ardından bir çağlayan gibi dökülüyor. üç gün sürecek toparlamak her şeyi yerli yerine: birinci gün ellerim biraz kanayacak, ikinci gün ruhum, ve üçüncü gün kabuklar dökülecek. ben efrah’ın karşısında durmayı hiçbir zaman öğrenmemişim, efrah ise zaten benim karşımda hiç bu kadar durmamış. ben, efrah’ın varlığını bile unutmuşum. hatırlamam gerekmemiş. bundan sonra da gerekmez, ve o zırhlar da gerekmez. çıplak gezeceğim sokaklardan aşağı. kalbimin olmadığını görsünler. ama üç günde yenilmeyi kendime anlatmam gerekecek, vücudumda yorgunluk birikiyor. belki uykusuzluktan, belki sadece bir sessizlik istediğim için. bilmiyorum, bilmem de gerekmez. ne istediğimin bir önemi var mı, hayır. sadece yaşamak, istediğim bu, sonsuz bir döngü gibi yaşamak, gözlerim ağrıyana kadar izlemek ve sonra kapatmak. ama neden direnmedim, bilmiyorum. çünkü önemsizdi, öyle istedim, öyle oldu. akan suyun sesini duydum, ama içimden geldiğini anlamadım. çünkü uzun zamandır çünkülerin önemi yok. gözlerim kapanıyor, belki başka yerde açılır, önemi yok. sana, seni tanıtmam ve sana inandırmam gerekiyor sanırım. ama önemi yok, ve zaten gücümde yok. kendini biliyorsun ama o suda boğuluyorsun, önemi yok. yeniden doğacaksın, belki başka yerde. ama önemi yok: çünkülerin de, bilmenin de, gücün de, sakladıklarımın da, belkilerin de önemi yok. yeniden öleceğiz ve bir başka zaman doğacağız, belki doğmayacağız. belkilerin önemi yok. üç gün. sonra bütün dünya biz karşılaşana kadar sapasağlam duracak, biz karşılaşırsak da sapasağlam duracak. sadece vücudumun daha güçlü olmasını isterdim, daha az zamanda yemek yemeyi, daha az zaman uyumayı. bunlar haricinde önemli bir şey yok, çünkü o zırhın altını öyle oymuşum ki hiçbir şey kalmamış, biliyordum böylesi zamanlara geleceğimi. sadece önemi yok. ben ne kadar da duygusuz bakıyorum dünyaya, kendi gözlerimden. uzun zaman, çok uzun zaman bunun zararlı olduğunu düşünmüştüm, sonra faydalı olduğunu fark ettim. ama biliyorsun önemi yok, artık sen de ezberledin. en boş anımı kolladın, efrah, ama umduğunu bulamadın. vurduğun yerden daha boş bir ses işittin. çünkü benden geriye kalmadı, adi bir zamanda yaşamaktansa doğacağım günün hayalini kuruyorum. aslında hayal kurmuyorum, doğmak da umurumda değil, sen de. görmediğin düşlerin acısını yaşıyorsun. önemi yok evet doğru bildin. yapmadığın hiçbir şeyin önemi yok. ben, sana, sana rağmen, sen nasıl benim bilmediğim hislerime dokunduysan… gerçekten? nasıl elinde koymuş gibi buldun da dokundun, diyecektim. ama üç gün, üçüncü günden sonra önemi yok. sen, sana rağmen, belki bana rağmen, güzel bir zamanda uyanacaksın. belki uyuduğun için de bunca zaman, pişman olacaksın. bana neden uyandırmadın derken aslında benim olmadığımı, senin olmadığını, uyumadığını, ve kapalı sandığın kartların, görmediğimi sandığın çoğu şeyin aslında bir suyun yüzeyinde berrakça durduğunu anlayacaksın. gelecek zaman ekleri ne kadar önemsiz, bunlar geçmişte de olmuş olabilir, veya olabilirdi. ben kendi içimi boşaltarak ne kadar da hafiflemişim, yeni bir sende uyanana kadar. belki de içimi dökmüşüm, çok fazla başka başka yerlere dökmüşüm ve bir yolunu bulup birleşip durmuşlar. karşımda durmuşlar. vücudum yorgunluğu biriktirmekten vazgeçti sanırım. kocaman bir yorgunluğa dönüşmeye karar verdi. önemi yok, hiçbir şeyin. neden mi? öyle. olsun istedim ve oldu. bu dünya bu kadar, başka sende doğana kadar, başka günlerde kesişene kadar yollarımız, başka yüzlere bakana kadar. ve sonra tekrar. ve sonra yine hiçbir şey. her zaman hiçbir şey. şimdi hatırladım, hatırlanacak bir şey olmamasının sebebi bu. hiçbir şey, sadece karşılaşıp gidiyoruz, veya zaman geçip gidiyor. bu kadarız, -ız bile değiliz olmamıza gerek yok. efrah efrah’tır, ben de ben. biz diye bir şey yok. korku veya öfke hissetmiyorum, ben hiçbir şey hissetmiyorum. dümdüz çizen bir çizgi gibiyim, bir nevi ruhum etkilenmiyor yani, veya gösteremiyor, en azından bir süre saklayabiliyor. sonra ben devreye giriyorum ve onu, o duyguyu, o saklıyı, o avucunun içi gibi bildiğin yerleri yok ediyorum, yerine daha rasyonel şeyler koyuyorum, örneğin önemi yok cümlesi gibi. yazarken belki de üç gün geçti, belki başka yerde doğdum, belki başka yerde karşılaştık, belki yine bir zaman çizelgesinde uçuştu seslerimiz, birbirine baktı. ama hiçbir şey her zaman, hiçbir şey. önemi, yok.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Ruhum suların üzerinde dalgalanıyordu.
2 Temmuz 2021 Cuma
16 Haziran 2021 Çarşamba
Dithyramb
—Ben, Bacchus! Sarmaşık bir taç ile dokunuyorum insanlara. Yüzümde berrak bir ışıkla, dökmeden içimdekileri, gözleriniz ürkütmeden yabancılığımla. En üstünüzü biliyorum, ancak o tanrılara yaraşır! En üstününüzü biliyorum, ancak o kaplanlarıma dokunur! Fakat nereye kayboldu o, uzun zamandır görmüyorum göklerden yüzünü. Uzun zamandır izliyorum, bulamadım ölüsünü. Korku muydu, üzüntü müydü, bitkinlik miydi onu gizleyen? İnanmam, yorulmazdı o, bir dağ yarılırdı ortasından karşısında! İnanmam, sabırlıydı o, ulaştırmıştı Sisyphos'un kayasını tepeye! Belki ışıksızdır, belki umutsuzdur, belki, belki amaçsızdır. Bekliyordur, oturuyordur, yürüyordur öylece. Şaraplar getirmiştim sizlere, anımsızca mutluluklar, hararetli cümleler getirmiştim. Fakat siz, bir avuç sarhoş, bir avuç eskiler. Nerede en tepeniz, nerede en güzel sesliniz! Aşkı aşk, savaşı savaş, ölüsü ölüm sizin için. Yoksa değil miydi—— Yoksa tanrı değil miyim? Yoksa ben, bir çift görmeyen göz, hayal eden her şeyi? Ve inanmış gibi— tanrı olduğuna, ve inanmış gibi— mutluluklar getirebileceğine, ve inanmış gibi—dokunabileceğine insanlara, ve inanmış gibi zaferine, getirmiştim sizlere. Fakat olsun: gözleriniz, eşsiz bir dokunuştu karanlığıma. Aydınlattız gerçekleri gün ışımadan, yıllar eskitmeden benliğimi: Zafer diye getirdiğim aslında bir kayıp. Hatırladım yıllar öncesini; göğsümün içindeki altın kanatlı bülbülü, kaybedişimi bir tanrıya—— Bulamıyorum o müzikal sesleri, en tatlı meyveleri, veyahut şarap mahzenlerini. Bulamıyorum içimdeki o insanın eşsizliğini. Başladı o kırık dut bardağından duygulamlar sızmaya, inanmalı mıydım insan olduğuma —yoksa içimdeki tanrıya?
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
