öldükten sonra vücudumu alelade bir tıp fakültesine bağışlamak istiyorum. akciğerim ya da karaciğerim beş para etmeyebilir, fakat amacım bu değil. sadece kalbimin üstüne, şurama ''dikkat kırılabilir.'' yazdırmak istiyorum.
şu an champs-elysees caddesinde oturmuş kestane ağaçlarından kestane kopartıyorum. birazdan bir kolluk kuvvetinin beni alıp götürmesi an meselesi. söylemek istediğim bu dünyada canınız ne çekerse onu yaparsanız sizi savururlar, bir oraya bir buraya çekerler. elma yediği için -ya da hurma (whatever yani.)- cennetten düşürülen adem ve havva vardı tarihte, ben bundan iki ay önce bir kadını sevmeye bileklerinden başladığım için deli ilan edildim ve alcatraz adasına kapatıldım. üç gün önce oradan kaçtım, aşık olduğum kadını arıyorum. ve biraz freud, spinoza konuşabileceğim bir birahane. ikincisini bulabilsem bile birincisi hakkında görüşlerim pek iç açıcı değil.
bunca yılın bana tek katkısı nerede açık bir pencere ya da bir uçurum ya da bir balkon görsem atlama güdüsü oldu. basit kaçışlar. meselâ kağıt kesiklerinden ölmeye çalıştım, ya da bir kaşık suda kendimi boğmak istedim. görüldüğü üzere başarılı olamadım. ölüm, tam anlamıyla hissedilmeyi ve yaşanmayı ister, hakeder, talep eder. ve alır.
ikimizin arasındaki uçurumdan kendimi atıyorum. ben pavlov'un köpeğiyim. bir insanın olmaması gereken derecede sadık ve vazgeçilmez alışkanlıklara sahibim. hayır sigara değil, onu bırakmam altı saniyeden uzun sürmez, altı saniye ve yirmibir gün sonra tıp tasdikli sigarasız bir hayata merhaba diyebilirim. fakat sen, evet. vazgeçilmezim, ne kadar istesem de kıyısında dönüp dolaştığım o uçurum. duygularımın tükenişi ve aslında hiç olmadığım kadar duygu dolu olma sebebim. bazı şeylerin yerine başka şeyler konulamaz. her ne zaman o zil çalsa ben koşup sen gelmişmisin diye bakacağım zaten. kim olsa, kim olsam. bu yüzden pavlov'un köpeğiyim. çünkü orada olmayacaksın, kapı çalacak ve gelmeyeceksin. ama ben seni hep bekleyeceğim.
ve atlamak istediğim yer gülüşünün kenarı. bavyera'nın en sağlam birahanesinde oturmuş bira içiyorum. ben andrés caicedo'yum. yirmi beş yaşımdan sonra bana ne olduğu umurumda değil. dünyayı gezmek, para, memnuniyet, uzun yaşamak, sağlık veya ölüm. bunlar benim üstümde hiçbir etki uyandırmıyordu ve bir kelime olmaktan öteye gidemiyorlar. benim için kelimeden öteye gidebilen tek şey senin adın. yan masada birbirini yiyen iki çift, karşımda iki güzel kadın ve garsonlar, ve kasiyer ve şişler ve bardaklar ve daha kaç tanesi ismini sayamadığım. hepsinin sana benzemesi mümkün mü? bu duruma benzeyen sadece fregoli sendromu var fakat o daha sansayonel. hiç görmediğin bu duvarlar ve sandalyeler bile seni biliyor. artık tehlike çanları benim için çalıyordu ve ben bu zamanda bile kalkıp kapıya bakıyordum, acaba gelen sen miydin diye. ben kristof kolomb'um, pavlov'un köpeğiyim, andrés caicedo'yum. louis aragon'un kırık kalbiyim. ''ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen?'' diyen kırık kalbi.
